3 Eylül 2007 Pazartesi

Milliyetçiliğiniz Bile Yalan

Muhammet Yılmaz

Birazdan okuyacaklarınızın büyük bir bölümünü daha önce yüz defa okudunuz ve artık iyice özümsediniz. Memleketimizde bu belirteceğim konuları açıklamaya gerek kalmadan akıl ve mantık süzgecinden geçirdikten sonra anlayabilecek kapasitede bir yığın vatandaşımız olduğu gibi ne yazık ki anlayamama yetenekleri fazla olan vatandaşlarımızda mevcut. Vatandaşın yanı sıra devleti en üst makamlardan birinde temsil eden bir şahsın, yani başbakanın anlayamama kapasitesi durumu iyice vahim kılıyor. Bunun yanı sıra aynı olayı, aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen, unutulduğunu varsayıp kitleye güya hatırlatma babında yazılar yazan yazılı medya mensupları da var. Bir de ahkâm kesmeleri yok mu? Efendim işte gerçekler buymuş, bunu kabul etmemek büyük bir yanlış olurmuş, hafızalarımız daha tazeymiş, belgeler daha ortadaymış vesaire. Konumuza geçelim istiyorsanız ve görelim belgelerin neler söylediğini. Akıl ve izanı açık olan anlar diyerekten başlayalım.

Bildiğiniz üzere milli görüş gömleğini çıkaran Başbakan farklı ve değişik renkte gömlekler giydi. Şimdi ise aklınca Milliyetçi oldu ve bu gömleğe sahiplenebilmek için, millet huzurunda meşruiyet kazanmış gerçek Milliyetçilere çamur atmaya çalışmakta. Hani çamur at izi kalsın hesabı akla hayale gelmeyen şeyler söylemekte. Ne diyor Başbakan. “Milliyetçilik ahkâm kesmekle olmaz, lafla peynir gemisi yürümez. Onların ki hep laf bizimki ise icraat... Kendine Milliyetçiyim diyen vatandaş hiç gitmiş mi acaba Türk devletlerine”. Bu nedir Allah aşkına. Ben söyleyeyim. Birincisi düpedüz yalancılıktır. İkincisi sahtekârlıktır. Üçüncüsü siyasi ahlâk kriterlerine aykırılıktır. Daha fazla sayılabilir ama ne de olsa makama saygımız var.

Sayın başbakan, hadi siz göremediniz veya duyamadınız diyelim. Sizin etrafınızda bir yığın insan var. Onlarda mı hiç araştırmadı. Yoksa onların işleri sadece vatandaşa silah çekip kargaşa çıkarmak veya sizi Amerikalı makamlar önünde tarif etmek ve sizi kullanmalarını söylemek mi?

Bir bakın geçmiş gazetelere. Girin internet sitelerine. Hatta MHP’nin internet sitesinde Sayın Devlet Bahçeli’nin Türk Devletlerine yaptığı gezilerin görüntüleri var. Bunun haricinde Sayın Bahçelinin Doğu Türkistan’a yaptığı geziyi tüm dünya biliyor ve hala konuşuyor. Tüm dünyanın ibretle baktığı bu gezileri siz nasıl olur da bilmezsiniz. Nasıl olur da vatandaşa yalan söylersiniz hem de gözlerinin içine baka baka. Şimdi bu konuyla ilgili yazıları okuyan ve sizin o konuşmalarınızı dinlemiş biri size nasıl güvenebilir bir daha, gözlerinin içine bakarak yalan söylediğinizi bildiği için.

Hülâsa; Sayın Devlet Bahçeli Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Doğu Türkistan gezilerinde Türkmen Beyi olarak ve büyük bir teveccühle karşılanmıştır. Bunu bilmemek mümkün değildir ve siz de mutlaka biliyorsunuz. Bu sizin güvenilmezliğinizi, ne kadar ucuz siyaset yaptığınızı gözler önüne seriyor. Bize karşı yalan söylediğinizi, güven vermediğinizi biliyoruz. Bilmeyenleri uyarmanın da en büyük insanlık görevi olduğunun idrakindeyiz.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Erhan CENGIZ

ERHAN CENGİZ ve MELEK ANAMIZ

Yirmi yıl önce bugün 30 Ağustos Zafer Bayramına denk gelen ölüm yıl dönümü:

Kahpe zulmün ayyuka çıktığı bir dönemde şehremini başvekil caddesinde dokuz hainin

kahpece 30.08.1980’de 18 yaşında şehit edilen bir yiğidimiz ERHAN CENGİZ.

Bizler bu tarihlerde abisi Oğuzhan Cengiz’le Maltepe askeri cezaevinde yatarken ona bu şahadet haberini verirken o andaki ruh halimi düşünüyorum Bir Yıldız Kaydı haberi bugün bu isimle kitaplaştığından dolayı ayrı yeten Oguzhan Cengiz’e teşekkür ediyorum.

Bunları düşünürken Cengiz Akyıldız beni arayarak unutma yarın mezarlık ziyaretlerimiz var deyince Pendik’te buluşmaya karar veriyoruz. Cengiz Akyıldız ben Nizamettin Coşkun, Nazif Dalgıç üç Yusufiyeli olarak ilk şehidimiz Ruhi Kılıçkıran’ın yeğenini de alarak yola koyuluyoruz Cengiz ‘in şehitleri ziyaretlerini unutmanın ihanet olduğunu anlatırken ben bu vurdumduymazlığın sebeplerini düşünüyorum konuşmuyorum zira Cengiz’in bu konulardaki konuşma arzusunu kırmamak için. Bu konuları çok sevdiği için de ayrı yeten kendisini de çok seviyorum.

Mezarlıkta şehidimiz Erhan Cengiz ‘in yanındayız Nazif Dalgıç o kadar hüzünleniyor ki rahatsızlandığını söylüyor mezarın üzerindeki ufak otları temizliyoruz. Bir şey özellikle dikkatimi çekiyor mezarın üzerindeki bir yaprak suyla yıkıyorum kimse yede söylemiyorum müthiş bir güzellik yaprağın üzerindeki ALLAH lafzı nedenli büyük bir insanın yanında olduğumuzu hatırlatıyor bize…

Evet Darıca mezarlığında bulunan şehidimiz Erhan Cengiz’in isminin yazılı olduğu mezar taşını da bütün ülkücüler iyi incelediğinde orada ki kerameti inşallah anlayacaklardır.Mezarlıktan ayrılarak Darıca merkeze doğru hareket ediyoruz bu büyük sevdanın gerçek sahibi yüreği kor gibi yanan ananın kapısını çalıyoruz.

Yılların yıpratamadığı melek anamız bütün asaletiyle karşımızda ve bizi görünce gözyaşlarını tutamayarak bizi kucaklıyor sırayla o mübarek elini öpüyoruz.Dünü ona hatırlatmama adına her ne kadar dikkat etsek de sohbet yinede Erhan Cengiz’de başlıyor.

Bana seni Maltepe cezaevinden tanıyorum deyince yirmi yedi sene önceki bu iradeye şaşırıyorum .Erhan ‘la olan samimiyetinizi dün gibi hatırlıyorum deyince o an içimdeki ütün isyan duygularımı bastırarak konuşmamaya özen gösteriyorum.

Melek anamız öyle bir cümle kuruyor ki ‘’ben diyor o dönemi gururla yaşamış bir ana olarak hayatımın büyük bir bölümünü hastane ve hapishane arasında geçirdim.’’

Sonra sohbeti değiştirerek Yunus Meral olgum ne yapıyor deyince bende hemen telefonla Yunus Meral ‘i arayarak telefonu melek anamıza verdim. Onun’la hasbihal ettikten sonra bize oğullarım deyişindeki içtenliği asla unutmayacağım.Bende diyorum ki işte Ana dolu’nun ta kendisi siz bu dirayetli,metanetli şehit analarını düşünün düşünelim ve gereğini yapalım.Onların yeşerttiği şehitlik ulviyetini sevdamızın baş tacı yapmadığımız müddetçe unutmanın ihanet olduğunu unutmayalım…

Dağlar devriliyor yıldızları varken,
Dağlar devrilmez yıldızları kayarken…

Dualarımızı önce onlardan sonra birbirimizden eksik etmeyelim…

NİZAMETTİN COŞKUN

30 Ağustos 2007 Perşembe

Doğankaya İlköğretim Okulu'na Kitap Yardımı


“ Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır. ”

Türkiye Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in şu eşsiz vecizesi ile ortaya atılan düşünce; bir öğretmenin neler yapabileceğini ortaya koymaya yetecektir.

Türk milletinin evlatlarından birçok beklentisi olan Türk milliyetçilerinin öğretmenlere duyduğu derin sevgi ve muhabbete dayanarak Doğankaya İlköğretim Okulu olarak siz değerli arkadaşlarımıza başvurmakla engelleri aşacağımız kanaatine varmış bulunmaktayız.

Doğankaya İlköğretim Okulu’ndaki bulunmakta olan Kütüphanemizi genişletmek ve okulumuzda eğitim alan öğrencilerimize destek olmak, onlara daha fazla imkan sunmak için siz değerli arkadaşlarımızın desteklerini beklemekte olduğumuzu belirtmek isteriz.

Sizlerden beklediğimiz duyarlılık içerisinde bir okul kütüphanesinde öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikteki Ansiklopedi, Masal, Hikaye, Roman ve Araştırma kitaplarına ihtiyacımız olduğunu belirtiyoruz.

Bu konuda sizlerden gelecek yardımları beklemekte olan onlarca öğrencinin geleceğini, umutlarını ve yarım bırakmayacağınız gönülden inanıyoruz.

İrtibat:

Doğankaya İlköğretim Okulu

Türkçe Öğretmeni

Ahmet DİKTERE

0536 452 07 39

Adres : Doğankaya İlköğretim Okulu
Düzköy / Trabzon

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Türkeş Düşmanlığının Sebebi

Türkeş Düşmanlığının Sebebi - Necdet Sevinç

40 yıldan beri kullandıkları psikolojik savaşın kimyasal silahlarını ellerine alıp, mevzilerine yerleştiler.
Ve başladılar ateşe:
- Alparslan Türkeş gladyonun uzantısıdır!
- Yani?
- Yani Amerikalılar adına çalışmıştır!
Estağfurullaahh.
Biz 40 yıldan beri bu iftiraya cevap verir dururuz. Rahmetle yadettiğimiz Alparslan Türkeş'in, değil, -haşa- Amerikan gizli servislerinin adamı olmak, Amerikan gizli servisleri tarafından siyasi hayattan tasfiye edilmek istendiğini de yazar dururuz.
Fakat düşman propagandasının maksadı Türk milliyetçi hareketi hakkında şüphe uyandırmak, MHP'ye ve MHP'lilere duyulan güveni sarsmak olduğu için, emperyalizmin piyonları da kendilerine öğretilen palavraları sallar dururlar.
Bugün size; tam 5 yıl boyunca iki ülkede, iki ayrı bankanın kasasında muhafaza edilen, Amerikan makamlarının Türkeş'ten duydukları rahatsızlıkla ilgili bir istihbarat raporundan bahsetmek istiyorum.
Polis hikayesi falan değil ama polis hikayesi gibi. Ve gerçek!
Yıl 1971. Atina'nın Kavuri semtinde oturmakta olan Dorothy Chappman adında bir İngiliz kadın vardır. Bu kadın gazeteci, bir gün, arkadaşı olan bir İngiliz gencine 'öldürülmekten korktuğunu' söyler.
- 'Beni öldürecekler' der. 'Ah şu üzerimdeki yükten bir kurtulabilsem'
Kadının 'yük' dediği bir zarftır. Zarfı arkadaşına uzatır:
- Al şu zarfı, incele. Bunu ve diğerlerini Türkler'e teslim edeceğim. Güvendikleri devleti tanısınlar!
İngiliz genç, ertesi gün kadın gazetecinin öldürüldüğünü duyunca derhal Yunanistan'ı terk eder. Elindeki zarfı Türk makamlarına ulaştırır.
Türk makamları, Dorothy Chappman dosyasının 'esrarengiz bir ölüm' kaydıyla kapatıldığını, çevreye de kadının Türk casusu olduğuna dair söylentiler yayıldığını tespit ederler. Ama gerçekte bu zavallı İngiliz'in Türk istihbaratıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
Türk makamlarına ulaştırılan zarfın içinde iki belge vardır. Üzerinde de 'çok gizli, yabancılara verilemez' işareti.
Washington'daki Ordu İstihbarat Başkanlığı'nda görevli Kurmay Albay Charles J. Denholm'un imzasını taşıyan ilk belge, 20 Ocak 1961 tarihinde tanzim edilmiştir ve Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği'ndeki Asker” Ataşe Albay Martin L. Green'e hitaben yazılmıştır. 'Bosphorus meselesiyle ilgili haberlere önem verilmesi' istenen bu belge ile ilgili fazla malumata sahip değiliz.
21 Mayıs 1963 tarihli, 6 paragraftan oluşan ikinci gizli belgede ise 'NATO'ya karşı düşüncelerini ortaya koyduğundan ve Nasır gibi tarafsız bir Türkiye'yi savunduğundan' bahisle Türkeş'e 'dikkat' çekilmektedir.
5 Ocak 1966'da, yine 'çok gizli' işaretli bir zarfla E.M. isimli bir Amerikalı tarafından Ankara'daki Amerikan Asker” Ataşesi Albay Dickson'a gönderilen raporda da, 'durumun düzeltilebilmesi için tasfiye edilmesi istenen' 50 kişiden biri Türkeş'tir!
Şu şartlar altında Türkeş'i tasfiye edemeyenlerin, Bozkurtlar'ı katlederek, Türkmen Başbuğu'na engel olmaya çalıştıklarını söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Ülkü Ocakları Üzerine Konuşanlar

Olay ve olguları algılayıp, yorumlayıp, anlamlandırma öncelik ve sonralık hassasiyetine bağlı olmalıdır.

Öncelik ve sonralık olgusunu idrakte referanslaştırmayanlar, zihinsel algı kanallarını açık alan tasarrufunda genel hizmet sektörüne kiraya vermiş durumundadırlar.

Bu tipler genellikle kanaatten ziyade bilgiyle hareket ederler.

Bilginin dezenformasyon (yanıltma-haber) boyutu bu tipleri muhatap kabul eder.

Zihinsel kanalları açık alan tasarrufuna hizmete amade olanlar, enformasyonun bu muhataplığına sazan yazılıp, yalan, yanlış, kasti, aktarımlarını ağızlarına dolayıp gündeme katarak birilerinin değirmenine su taşırlar…

Böylece değirmende başkalarının hasadı işlenip sunumlaşır.

Kapitalizmin yeni hizmet sektörü kişi ve kurumları böyle maniple ederek, asıl olması gereken yerden uzaklaştırarak aslı astarı olmayan mevzular geyiği yapmaktadır. Geyik mevzuları ciddiyet sosuyla süslemek abartısı taktik ve yönelim acısından hafıza mekânlarının kapsayıcılığını daraltmak niyeti taşır. Türk Milliyetçilerinin hafıza mekânları MHP ve Ülkü Ocakları’dır.

Türk Milletinin varlığına ve bekasına iman etmiş, imanını iradeyle tercihleştirmiş, tercihini teklifle ilişkilendirip, misyonla bütünleştirmiş disipline yapı ilgi ve alakası bir yerli olmanın mensubiyet şuurudur. Dolayısıyla bir yerli olmak ve bir yerli referansıyla konuşmak, “o” yerin yükümlülüğüne riayet etmeyi gerektirir. Riayet’e bağlı kalmak duruşu meşrulaştırır.

Etmeyenler meşruiyetini yitirir. Buradaki meramı ifademiz kapsam içi ve kapsam dışı muhataplıktır.

Kapsam içinde kalanlar(öyle olduğuna inananlar) öncelik ve sonralık anlam ve mahiyetini içerisi ve dışarısı olgusuyla bilip anlamak zorunluluğundadırlar.

İçerisinin namahremi dışarıya kapalıdır.

Kapalılığı ulu orta mevzusu kılıp gereken hassasiyeti göstermeyenler, o hareketin mümini değil münafığıdırlar. Dolayısıyla bunlar misyoncu değil komisyoncu statüsündedirler. Komisyoncu kendinin bir kazanması için sahibinin iflas etmesine rıza gösteren kurnazdır.

Komisyoncu kurnazlar başka niyetlerle gündeme Ülkü Ocakları’nın kapatılacağına dair dezenformasyon haberler yaymaktadırlar.

Bunun delili olarak da kendilerince bir takım olumsuzlukları sıralamaktadırlar.

İşaret olarak da tamamen kriminal iştigaliyetleri sergileyerek suçlu tip patolojisiyle koskoca bir hareketi zan altında bırakmaktadırlar…

Bunların mantığına göre hareket edilince ortaya telafisi imkansız durumlar ortaya çıkar.

Üç beş kişi, suçlu ya da değil (art niyetli oluşlar malumuz) kasti olarak gözaltına alındı diye bir camia konkorto ilan edemez.

Her gün gazeteler, televizyonlar akla hayale gelmeyen suçlarla ilgili gündeme binlerce haber taşımaktadır. Ve bunlar aile yapılarıyla ilgilidir, alakalıdır.

Ama kimse çıkıp da Türk aile yapısı misyonunu tamamlamıştır, kapatılmalıdır demiyor.

Ülkü Ocakları, kimliğimizin, kişiliğimizin, şahsiyetimizin oluşmasına vesile olmuş sosyalleşmemizin temel referansıdır…

Hala da Türk gençlerinin sosyalleşmesine vesile olan misyonunu devam ettirmektedir.

Birileri lay lay lom muhabbetlerle orda burada sürtüp sürüleşmenin sürü psikolojisyle yaşamaya devam ederken, Ülkü Ocakları’nda Türk Milletinin asil evlatları Bozkurt duruşuyla misyon mücadelesi vermektedirler…

Tabi ki, dünyanın hiçbir yerinde ideolojik hareketler muarızları tarafından olumlu yönleriyle adlandırılıp, değerlendirilmezler.

Ortak tasavvur, ortak lisan, okuma, yorumlama ve anlamlandırmada öncelik ve sonralığını bir yerli olmanın hukukuyla temellendirir.

Oralıyken buralı gibi konuşanlar hukuk sahibi olmadıkları için adalet olgusunu da raf bezi sanmaktadırlar. “İnsaf dinin yarısıdır” hadisi şerifi hükmünce insafsızlık edenler, cüzdan muhabbetinde böyle bir bühtanda bulunarak, birilerine hizmette iyi iş çıkarma hevesindedirler.

Bayat iştigaliyetler iddiasıdır; Ülkü Ocakları’nın Devlet Bahçeli tarafından kapatılacağı yargısı ve bilgi aktarımı… Buram, buram da manüplasyon kokmaktadır.

Böyle bir bilgi, ilgi ve alakasıyla zihnini meşgul edenlerin hafızaları cenabetleşmiştir, süratle gusül abdesti alıp, zihinlerini temizlemeleri gerekir. Okkalı baba sözümüzü tekrarlarsak;

”Ülkü Ocakları’nı kapatma düşüncesi Nuh tufanı gerektirir.

Sahi Türk Milletinin temel direği ve temel harcı olan Türk aile yapısını içinde bulunduğu vahameti niye görüp endişeye kapılarak çözüm üretmeye çalışmıyorsunuz.

Yoksa o kaynağı kurutanlar kanallar üzerine gündem oluşturup komisyonculuk hizmetinizi bu alan (Ülkü Ocakları) tasarrufuna mı yöneltti? Hani hassasiyetiniz adına konuşmuş imasıyla gündem sazanı olup, polis kayıtlarıyla olgu okuması yapıyorsunuz ya…

Komisyoncular, misyon okumasını maaş bordosuyla tasarruflaştırdıkları için hak, hukuk, adalet, vicdan, hatıra ve hafıza kaydını malum yer arşivlerine göre tahlil ederler.

Oysa her hatıranın bir realitesi vardır.

İşte hatıralarımız realitesi adına biz hep buralıyız ve buralı kalmaya devam edeceğiz.

İşinize bakın işinize…

Alişan SATILMIŞ

26 Ağustos 2007 Pazar

Aslında Çok Şeydir Türk Olmak

Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçlayaşayan evladı gibi. Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da veMakedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırımauğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır,vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığınca. Türk olmak demokrat veçağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığınca.
Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmakkendini anlatamamaktır.
Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önceViyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyongibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeriminberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelininönünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçükyarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türkolmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığıyurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresindenbereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Troya'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksekdeğerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeyeçalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'tekaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'dapamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana suvermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahlarıodana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayıdeğil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmekkırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekeliğini reddedip,tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tekvarlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğinibilerek. Türk olmak, annenin ardından "bir oğlum daha olsun, onu dagöndereceğim" demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kezdokunurken "vatan sağ olsun" demesidir.
Türk olmak "Türk çayında radyasyon olmaz" yalanları ile, "gusül abdestialana aids bulaşmaz" dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkazdevraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelenşekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak,yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdırTürk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir.Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a âşıkolmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir,öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türküyakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasınasövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'isevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek birsatırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kavalçaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de YemenTürküsü'nde...
Hayatın sana verdiklerine "nasip", vermediklerine "kısmet" demektir. Herişin "hayırlısına" inanmaktır ve "feleğe" küfretmektir ve ağlamamak içinçok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir. Irksözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinipüzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı içinaynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir.Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteriyapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken,daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadansandıkta kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertligününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkülgöstermektir.
Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasınahamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetlermezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.
Söz konusu yazı, gazeteci yazar Kıvanç Galip Över'e aittir. Bilginize

24 Ağustos 2007 Cuma

Olumlu Düşünmek

Hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser.

Yaşamını iyileştirmek isteyen herkes ilk önce olumlu düşünmeyi öğrenmelidir. Çünkü, düşünceler inançları, inançlar davranışları, davranışlar da çevre ile etkileşimi belirler.

Zihni sağlıklı olanların, bedenleri de daha sağlıklı olur. Dolayısıyla, olumlu düşünce hayatın kalitesini ve süresini de artırır.

Olumlu düşünce yeteneği öğrenilebilecek bir yetenektir. Bu yeteneği geliştirmek için başkalarının deneyimlerinden faydalanmak etkili bir ilk adım olur. Dolayısıyla, çevredeki iyimser insanları belirleyip, onları örnek almak olumlu düşünce yeteneğini geliştirmeye yardımcı olur.

Olumlu düşünme yeteneğini kazanmak için insan öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır. Bunun için düşüncenin, söylemlerin ve eylemlerin tutarlı olması gereğini hiç unutmamalıyız. Bu tutarlılık gösterilmediğinde hem toplumun güveni yitirilir, hem de insanın iç huzuru zedelenir.

En acımasız kritiği insanlar çoğu zaman kendileri yaparlar. Hatasız kul olmaz. Yapılan hataları eleştirmek yerine, kendini geliştirme fırsatı olarak görmek daha yapıcı sonuçlar verir. Olumlu düşünmek, hataları reddetmek değil, onları birer iyileştirme fırsatı olarak görmek demektir. Olumlu düşünmek, hataların bir daha ki sefer nasıl önlenebileceğini düşünmek ve bunun için plan yapmaktır.

Bu yaklaşımı çevrenizdekiler için de uygulamak, insanların sizinle daha olumlu bir etkileşim kurabilmesine yardımcı olur. Bir adada tek başına yaşamanın güçlüğünü göz önüne getirdiğimizde çevremizle etkileşimin hayatımızın ne kadar önemli bir parçası olduğunu daha iyi anlarız. Bu etkileşimin kalitesini artırmak, hayat kalitemizin de artırılmasına yardımcı olur.

Olumlu düşünebilmek için cümlelerinizden olumsuz kelimeleri silmeye çalışın. Bu yaklaşım, her olayın olumlu yönlerini görebilme yeteneğini
geliştirmeye de yardımcı olur. Çünkü kelimeler, düşünceyi ve inançları tetikler.

Hayata yaklaşımda sorumluluk almak, ancak esnek bir yaklaşımı benimsemek olumlu yaşam için önemli bir girdidir. Hayatta ulaşmak istediklerimizin kendiliğinden gelmeyeceğini, geleceği şekillendirmek için bugünden çaba gösterilmesi gerektiğini kavramalıyız. Ancak, geleceği şekillendirmenin, geleceği belirlemek manasına gelmediğini de anlamalıyız.

Dolayısıyla, zihinsel açıdan sağlıklı olabilmek için gerçekleri kabullenmeyi de öğrenmek gerekir. Ancak, gerçekleri kabullenmek, onlara boyun eğmek demek değildir. Önemli olan gerçekleri görmek ve onlardan değiştirebilecek olduklarımız için yapıcı eylemlerde bulunmaktır.

Olumlu düşünmek ve olumlu yaşamak için insan kendine ve çevresine güvenmelidir. Hayatı sadece onu değiştirebileceğine inananlar iyileştirir. Kendine ve çevresine güvenen, inançlı ve azimli insanlar hayatın kalitesini geliştirir, kendileri ve çevreleri için mutluluk kaynağı olur.

Dünyada iki büyük güç vardır: biri korku, diğer ise inançtır. Olumlu düşünebilmek için insanın korkularını da yenmesi gerekir. Korkuları yenmenin en etkili aracı ise inançtır.

Tanrıya inanmak hayatta değiştiremediklerimiz karşısında iç huzuru bulabilmeyi sağlar. Değiştirmek istedikleriniz için elinizden gelen çabayı gösterdikten sonra hayırlı br sonuç beklentisiyle tanrıya havale etmek stresi azaltır ve daha sağlıklı bir hayat yaşamaya fırsat tanır.

Düzenli olarak fiziksel ve ruhsal egzersiz yapmak insanda olumlu düşünceyi, sağlıklı ve dengeli yaşamı geliştirir.

Yaşam ulaşılan sonuçlar değil, istenilene ulaşmak için yürüttüğümüz süreçtir. Bu süreçte bilinçli çaba göstermek, tutarlı olmak, çevremize güven vermek ulaşılan sonuçlardan çok daha büyük mutluluk kaynağıdır.

Bu süreçte en önemli ve kalıcı kazanımlardan biri de elde edilen sonuçlar değil, öğrenimlerdir. Öğrenmek için sürekli bir çaba göstermek gelişmenin temelidir. Bu çaba gerçekleri kabullenme ve aynı zamanda onları değiştirme gücünü kazanmak için faydalıdır.

Yaptığı işe inançla sarılan kişiler büyük bir coşku ile çalışırlar. Bu coşku onları başarıya ve olumlu etki yapmaya taşır. Bu nedenle insanın sevdiği konulara eğilmesi büyük önem taşır.

Hayatta en demokratik olarak dağıtılmış kaynak zamandır. Herkes için gün 24 saattir. Zamanı iyi kullanmak ve ileride değişmesini istedikleriniz için önceden adımlar atacak cesaret ve uzak görüşlülüğü göstermek insanın olumlu düşünce yeteneğini de geliştirir.

Olumlu düşüncenin temelinde sevgi yatar. Olumlu düşünebilmek için insanları sevmek, onlara bir şeyler kazandırabilmenin heyecanını yaşamak gerekir. Kendini iyi hissetmenin yolu, içten bir duyguyla başkalarına yardım edebilmektir.

Hayatta iki değer var ki, paylaştıkça artıyor: sevgi ve bilgi. Sevgisini ve bilgisini paylaşan insanlar en büyük zenginliğe kavuşan insanlardır.
Hayatta mutluluk olumlu düşünce ile başlar, olumlu söylem ve eylemlerle gelişir, paylaşılan sevgi ve bilgiyle doruğa erişir.

Dr. Yılmaz Argüden

23 Ağustos 2007 Perşembe

İran, PKK'yı Allah adına vuracak



İRAN İslam Cumhuriyeti Ordusu, PKK'lı teröristlere karşı mücadelesini sürdürürken, helikopterlerle sınır bölgelerindeki köylere attığı ‘Büyük Allah adına’ başlığını taşıyan ilanlarda, karadan ve havadan operasyon düzenleneceğini belirtti

İRAN İslam Cumhuriyeti Ordusu, kendi topraklarında PJAK adıyla yuvalanan PKK'lı teröristlere karşı mücadelesini sürdürürken, helikopterlerle sınır bölgelerindeki köylere attığı ‘Büyük Allah adına’ başlığını taşıyan ilanlarda, karadan ve havadan operasyon düzenleneceğini, sivil halkın köyleri boşaltmasını istedi. Sınırdaki 30 köyün başaltıldığı, köylülerin Ranya ve Diana kasabalarına sığındığı belirtilirken, Irak hükümetinin de olasın İran Ordusu saldırılarına karşı önlem aldığı kaydedildi.
DHA’nın İran sınırındaki gelişmelerle ilgili yerel kaynaklardan edindiği bilgilere göre, PKK’nın İran’daki uzantısı olarak bilinen PJAK'ın (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) İran topraklarında saldırılar düzenlemesi, İran İslam Cumhuriyeti Ordusu'nu harekete geçirdi.
Sınır kesimini oluşturan ve PKK kamplarının bulunduğu Kandil Dağı ile Hacıümran, Sedekan, Hinerke bölgeleri, İran Ordusu tarafından iki haftadır sürekli bombalanıyor. İran topraklarındaki PJAK’lılar İran ordu güçlerinin dikkatini dağıtmak amacıyla sürekli eylem düzenliyor. İran Ordusu ise kendi sınır kesiminde bulunan irili ufaklı PKK kamplarını ortadan kaldırmak için büyük bir kara harekatına hazırlanıyor. İran’ın karadan başlatacağı operasyonda Kandil, Hacıümran bölgesinin yanı sıra sınır kesiminde yer alan Haci İbrahim Kalesi, Badinavi, Berdunaz, Mergevan, Direjjanvan, Serpay, Lolan, Mergemir, Birme, Çayesor, Kendal Savre Perkora alanlarını kuşatacağı ve buradaki PKK’lıları etkisiz hale getirmeye çalışacağı kaydedildi.
ABD İŞBİRLİKÇİLERİNİ VURACAKLAR
Son bir haftadır sınır kesimini uzun menzilli havan toplarıyla bombalayan İran Ordusu tarafından helikopterlerle sınır kesimindeki köylere atılan uyarı ilanlarında ise olası bir kara operasyonunun an meselesi olduğu dile getirildi.
İran askerleri tarafından helikopterlerden atılan ve ‘Büyük Allah adına’ başlığı taşıyan ilanlarda şöyle denildi:
“‘Şerefli ve kahraman Irak Kürdistan halkı, İran İslam Cumhuriyeti, katil Saddam döneminde dahi her zaman Irak Kürdistan halkının kardeşi ve ülkemiz de sizlerin sığınak mevzisi olmuştur. Şimdi de başta Amerika olmak üzere birçok büyük dünya devleti, Kandil ve civarına ajan ve işbirlikçi göndererek sınırlar üzerinde güvenlik ve asayişi ayaklar altına almak istiyorlar. Sadece sınırın diğer tarafından değil, zira sınırın bu tarafında da bölge halkına zor ve zulüm uyguluyorlar. Amerikan’ın istemi üzerine plan ve çeteciliği geliştiriyorlar. İran İslam Cumhuriyeti de bu planlara karşı güvenlik ve istikrarın sağlanması için bunların bulunduğu bölgeleri bombalamaktadır. Sınırlar üzerinde güvenlik ve istikrarın sağlanması için sizlerden yardım talep ediyoruz. Sınırdaki halka, bunlara karşı havadan ve karadan operasyon başlatmamızın an meselesi olduğunu bildiriyoruz. Can güvenliğiniz için bölgeyi bir an önce boşaltmanızı istiyoruz.''
ABD İRAN SINIRINDAKİ HAREKETLİLİĞİ GÖZLÜYOR
İran’ın helikopterlerden attığı bu el ilanlarından sonra sınır kesimindeki yaklaşık 30 köyün iki ateş arasında kalmamak için boşaldığı belirtildi. Köylerini terk edenlerin Kandil Dağı'nın alt kesiminde yer alan Ranya ve Diana kasabaları ile bu kasabalara bağlı köylere yerleştikleri kaydediliyor. İran’ın hava ve karadan operasyon düzenleyeceği tehditlerini dikkate alan yerel Kürt hükümeti de sınır kesimine güç yığarak hazırlık yapıyor, insani yardım timlerini 24 saat tetikte tutuyor.
İran’ın olası bir sınır ötesi harekatı düzenlemesi halinde, Türkiye’nin de Kuzey Irak’a girelibeleceğiyle ilgili olasılıklar Kuzey Iraklılar'ı endişelendiriyor. İran’ın PKK’nın üst düzey teröristlerinin yer aldığı Kandil, Hacıümran, Hınere, Hakurk alanlarına operasyon düzenlemesi halinde, buraları terk ederek Türkiye sınır kesimine dağılacak olan PKK’lı teröristlerin etkisiz hale getirilmesi için Türkiye’nin de Nazdur, Keşan, Seraniş, Serzere ve Hezil mıntıkalarından Kuzey Irak’a girebileceği vurgulanıyor.
İran ve ardından Türkiye’nin Kuzey Irak’a girebileceği ihtimallerini göz önünde bulunduran Kürtler, durumla ilgili sürekli ABD ve Irak merkezi hükümetine bilgi aktarıyor. Önceki gün Bağdat’tan Kuzey Irak’a gelen ABD’li bir grup istihbaratçı subayın da özelilkle İran sınır kesimindeki hareketlilikle ilgili incelemelerde bulunduğu belirtildi.
PKK’YA YARDIM EDEN 3 KİŞİ İDAM EDİLDİ
Talabani’nin internet sitesi Puk- Media’nın haberine göre, İran askerleri ve istihbarat birimleri tarafından bir süre önce Kuzey Irak sınır kesiminde yakalanan 13 Kürt’ten üçüne çıkarıldıkları Urmiye kentindeki mahkemede terör örgütü PKK’ya yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesiyle idam cezası verildiği, bu üç kişinin aynı kentte idam edildiği belirtildi. Urmiye’deki mahkemenin diğer 10 kişiyle ilgili verdiği kararın ise bilinmediği kaydedildi.




Milli Egemenlik - Mustafa Kemal Atatürk

Ulu önderimiz Atatürk'ten gündeme dair anlamlı bir alıntı:
"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa,bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk
bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir.Meclislerin öyle kararları olabilir ki,
bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir."
Mustafa Kemal Atatürk

5 Temmuz 2007 Perşembe

Türk Adı

Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" vveya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,

-Heredotos'un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.

-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler

-Tevratta adı geçen Togarma'lar.

-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar

-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.

-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler
Bizzat "Türk" adını taşıyab Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.

İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivatetleride Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerideki Feridun'un oğlu "Türac" vveya "Tur"un soyu türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
"Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak'a saldırmıştır.
Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap"(2) Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir.
Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TüRK" e bırakmıştır.
Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa'nından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimeleriden ,Türk adının nekadar eski olduğu ortyaya çıkmaktadır.
MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalr ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir.
MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk millietini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TüRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta"Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna vverdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir.
Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.

Türk'ün Manası


Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak , İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş,olgunlukçağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TüREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TüRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.
Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GüÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş,aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.
Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhu ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde,daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun"(Kudretli-Hun) tabirleride geçtiği bilinmektedir.
İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşkarlı Mahmut "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini " belirterek,"Gençlik,kuvvet,kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler.


Kaynak: Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOĞLU Türk Milli Kültürü

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Hâlâ Kurduz Allah'a şükür

MHP´nin Ankara 1. Bölge milletvekili adayı Tuğrul Türkeş milliyetçilikle ırkçılığın karıştırılmasına karşı: Ailemizde Kürt olup, damat ve gelin olarak aldığımız insanlar var..


Türkeş: Hala kürduz Allaha şükür
Elif Korap'ın röportajı
Siyasette efsane liderlerin çocuklarının başarıları babalarıyla karşılaştırılarak ölçülür. Tuğrul Türkeş de hem o şanslı hem o şanssız çocuklardan. Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, babasının ölümünün ardından MHP Genel Başkanlığı'na talip olmuş ama kongrede Devlet Bahçeli'ye kaybetmişti. Daha sonra MHP'den ayrıldı ve Aydınlık Türkiye Partisi'ni kurdu. 2002 seçimlerinde kendi kurduğu partiden de ayrılan Türkeş, sonunda kürkçü dükkânına döndü. Tuğrul Türkeş, MHP'nin Ankara 1'inci Bölge 1'inci sıra adayı.

* Siyasette şu anki konumunuzda Alparslan Türkeş'in oğlu olmanızın payı nedir?
- Mutlaka etkisi olmuştur. Ama diyebilirim ki Alparslan Türkeş'in oğlu olmak bana avantajdan çok dezavantaj getirdi. Benim kariyerimi 80 yaşında ve siyasi kariyerini tamamlamış bir Türkeş ile ölçüyorlar.

* Babanız bir zamanlar Devlet Bahçeli'nin lideriydi. Şimdi Devlet Bahçeli sizin lideriniz. İçinize sindirebiliyor musunuz bunu? Yoksa babanızın koltuğuna oturamamış olmanın ezikliğini mi yaşıyorsunuz?
- Öyle bir eziklik içinde değilim. Babam öldükten sonra kongrede genel başkanlığa aday oldum ama olmadı. Demokrasinin sonucu. Siyasette görev nöbet işidir.

* O nöbet size geçer mi bir gün? Parti Devlet Bahçeli'yi Cumhurbaşkanlığına aday gösterecek siz de parti liderliğine mi oynayacaksınız?
- Öyle bir düşüncem yok.

* Bahçeli'yi kendinize lider olarak seçmekten memnun musunuz?
- Tabii ki.

* Peki. Aslında siyaseti bırakmıştınız. Tabiri caizse şimdi kürkçü dükkânına geri döndünüz? Bugüne kadar size ihtiyaçları yoktu. Ne oldu da birden davet ettiler?
- Bu sorunun muhatabı Bahçeli. Bahçeli davet etti beni. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartları görünce de siyaset dışında kalmamak gerektiğini düşündüm. MHP en doğru adresti.

* Sizin milliyetçilik tanımınız nedir?
- Tarih boyu imparatorluk kültüründen gelen dil, din, ırk, mezhep farkı gözetmeksizin belli bir coğrafyada yaşayan, aynı kaderi paylaşan insanların bir ve beraber olarak güven içinde, huzurlu ve çağın standartlarına göre yaşayabilmesidir.

* Milliyetçilik eşittir ırkçılık gibi algılanıyor
- Avrupa'daki milliyetçilik hareketlerine bakıldığında hep ırkçılık ihtiva etmiştir. Şimdi de zaman zaman bunu görüyoruz. Ben yabancılarla konuştuğumuz zaman bizim tanımlanabilme tarzımızı açıklamak için "patriotizm" kelimesini, yani yurtseverliği kullanırım. Etnik milliyetçiliği reddeden bir yaklaşımımız olduğunu söylerim. Biz insanları Kürt, Ermeni, şu bu diye ayırmıyoruz. İnsanları insan olmalarıyla değerlendiririz, etnik özellikleriyle değil.

* Sözde mi ayrıma karşısınız yoksa fiiliyata geçiriyor musunuz? Türkeş ailesinde hiç Kürt var mıdır? Hiç Kürt damat ya da gelin aldınız mı?
- Vardır.

* Kim var?
- O insanları rahatsız edeceğim için söylemek istemem. Tabii ki var. Bizim ailede farklı mezheplere mensup insanlar da var. Evlenmiş insanlar da var. Ama kim olduğunu gazetelerde ifşa etmem uygun olmaz.

* Kendi çocuklarınızın bir Kürtle evlilik yapmasına itirazınız olur mu?
- Ben öncelikle insan olduğuna bakarım. Herhangi bir ön yargım yok.

Hâlâ kurduz Allah'a şükür

* "Sokakta ülkücü istemiyoruz", "Siyaset çok sert bir yüz ifadesiyle yapılmaz" diyorsunuz. MHP'nin o militan tarafını törpülemiş gibisiniz. Alparslan Türkeş bozkurttu siz daha mı kuzusunuz?
- Hâlâ bozkurduz, hâlâ kurduz Allah'a şükür. Bozkurt sembolü tarih boyunca Türkler açısından bağımsızlığı temsil etti. Hâlâ da öyle.

* O kurdun tırnaklarını törpülemiyor mu Bahçeli ve sizin yeni söylemleriniz?
- Bazı şeylere alet olmamak için bunları söylemek zorundayız. Terör etnik bir ayrımcılığı teşvik ediyor. Hal öyle olunca bu tersine bir muhatap arıyor. Sataşacak yer arıyor. Bunlara o imkânı tanımamak gerekir. Biz, sokakta ülkücü istemiyoruz derken bunu anlatıyoruz.

* Şehit cenazelerine, hükümet aleyhine slogan atsın diye ülkücü gençler gönderdiğinizi söyleyenlere siz ne demek istersiniz?
- Asla böyle bir şey yok. Bunu söyleyenleri ayıplıyorum. Ben şehit cenazelerine bile gitmiyorum çünkü bunu siyasi maksatla yaptığımız sanılıyor. O nedenle ben cenaze yerine şehit evine giderim.

* Cenazeler arttıkça MHP oyları da artıyor mu?
- Bu çok üzücü ve bunu söyleyenlerin siyasette ne kadar gözü dönmüş oldukları ortada. Çok üzülüyorum. Kim gencecik insanların ölümü üzerinden rant umabilir?

DTP kendini güçlü göstermek istiyor

* DTP'nin Meclis'te temsil edilmesi partiyi marjinalleşmekten kurtarır mı?
- DTP temsil edilmiyor ki bağımsız milletvekilleri geliyor. Marjinalleşmekten uzaklaşma gibi bir eğilimleri yok. Sadece iddia ettikleri kadar desteğe sahip olmadıklarını 2002 seçiminde gördüler. Siyasi Partiler Kanunu'nun boşluğundan istifade ederek olduklarından daha güçlü görüneceklerine inandıkları bir formülün peşinden koşuyorlar.

Kurtlar Vadisi oyları artırmadı
* Kurtlar Vadisi gibi diziler insanların milliyetçi duygularını kaşıyıp MHP'nin oylarını artırıyor mu?
- Kurtlar Vadisi bu kadar ilgi çekince CD'lerini alıp izledim. Toplumu çok ilgilendiren bir diziydi. Kurtlar Vadisi'nin MHP'nin oylarına etkisi olacağını sanmıyorum. Polat figürü MHP'yi mi temsil ediyor? Önce böyle bir hükme varmak lazım. Ben böyle bir şeyi kabul etmiyorum. Dizi işte sonuçta. Çok abartıldığını düşünüyorum. Biz bunlar için MHP'nin seçim beyannamesinde 12 yıl temel eğitimi şart koşuyoruz. Eğitim şart! Ben o dizinin tümünü oturup izledim. Orada kimse kendisine ülkücü demiyor.

* Enis Öksüz, daha önce MHP'de çek senet mafyasına bulaşmış kişilere dair raporlardan söz etmişti. Mafya MHP'yi kullandı mı?
- Güç ve cazibeyi kullanmak isteyenler olabilir. Her parti gibi MHP'de de olmuştur. Ama temizlenmiştir. Partiden ihraç ederiz ortaya çıkarsa.

TÜSİAD davetiyle rahatsız etti
* Bahçeli, TUSİ- AD davetine gitmedi. MHP neden TOBB'a, TUSİAD'a mesafeli?
- Mesafeli değil. Bir kere TUSİAD'ın daveti pek usule uygun yapılmamıştı, en hafif söyleyebileceğim budur. Öbür partiler bu davetten rahatsız olmamış olabilir. Onların meselesi. Kurumların birbiriyle ilişkisinin birtakım esasları olması gerekir.

* Türkiye'nin en önemli sorunu nedir size göre?
- Terördür. Güvenlik, ekonomi, enerji, tarım diye sıralayabilirim. Bunların hepsi AKP'nin yanlış yönetiminin sonucudur.

* Kuzey Irak'a askeri operasyon seçeneğini kullanma taraftarı mısınız?
- TSK'nın açıklaması var, 'Bir an önce müdahale gerekli' diyor. Ama ortada siyasi irade yok. Kuzey Irak'a müdahale için geç kalındı. Kuzey Irak'a girmek için hiç kimseyi ikna etmemiz gerekmiyor. Buna müdahale etmemiz gerekiyorsa uluslararası hukuk bize ne yetki veriyorsa uygulamalıyız.
Bu haber 82 defa okundu.

Kaynak : (Sabah)
Tarih : 02.07.2007 - 12:46:05

1 Temmuz 2007 Pazar

ALPARSLAN'IN MALAZGİRT HUTBESİ

26 AGUSTOS cuma günü askerlerini toplayan ALPASLAN atından indi ve secdeye vardı
''YA RABBİ SENİ KENDİME VEKİL YAPIYOR AZAMETİN KARŞISINDA YÜZÜMÜ YERE SÜRÜYOR VE SENİN UĞRUNDA SAVAŞIYORUM . EY TANRIM NİYETİM HALİSTİR BANA YARDIM ET , SÖZLERİMDE HİLAF VARSA BENİ KAHRET''
Duası ile derin imanını belirtti sonrada askerlerine dönerek:
''BURADA ALLAH'TAN BAŞKA BİR SULTAN YOKTUR EMİR VE KADER ONUN ELİNDEDİR BU SEBEBLE BENİMLE BİRLİKTE SAVAŞMAKTA VEYA BENDEN AYRILMAKTA SERBESTSİNİZ'' der

askerleri heyecanla :
'ASLA EMRİNDEN AYRILMAYACAGIZ '' mukabelesinde bulundular.

ve ALPARSLAN beyazlar giyerek türk usulüne göre atının kuyrugunu bağladı ve son hitabını yaptı:

''EY ASKERLERİM EĞER ŞEHİT OLURSAM BU BEYAZ ELBİSE KEFENİM OLSUN . OZAMAN RUHUM GÖKLERE ÇIKACAKTIR . BENDEN SONRA MELİKŞAH I TAHTA ÇIKARINIZ VE ONA BAĞLI KALDINIZ .ZAFERİ KAZANIRSAK İSTİKBAL BİZİMDİR''
ALPARSLAN 9 YILLIK SULTANLIKTAN SONRA BİR BATİNİ TARAFINDAN ŞEHİD EDİLDİ O YAVUZ SULTAN SELİM GİBİ AZ ZAMANDA ÇOK BÜYÜK İŞLER YAPTI

22 Haziran 2007 Cuma

NECİP FAZIL DİYALOGÇULARA LÂNET OKUYOR!

Diyalog safsatası günümüzden otuz yıl önce Vatikan tarafından resmî olarak başlatılmıştır. Şimdiki malûm cemaat tarafından değil. O günlerde diyaloğa maşa olması için teklif götürülenlerden birisi de Üstâd Necip Fazıl idi. O bu çağrıya bakın nasıl cevap veriyor?

‘-Ne diyaloğu be yahu! Belli başlı bir anlayış kökünde beraber olup ta dallarında ayrı olanlar arasında tutturabilecek hangi aşı olabilir? Her birinin ne yediği ve ne ile beslendiği malûm , KARTALLA-KARGA nasıl diyaloğa girebilir? ‘
( Necip Fazıl Kısakürek)

Bu sözlerin üzerine yorum yapmaya gerek yok. Hiçbir vakit inançta-imanda pazarlık kabul etmeyen Necip Fazıl diyor bunu çünkü. Şimdi O’nun adına radyo programları yapmaya kalkan diyalogçular Necip Fazıl’ın kendilerine okuduğu lânetten habersiz olarak cennetten arsa parselliyorlar.

Kaynak

Ağzına Sağlık Vali Bey!

Şehit cenazelerinde ortaya çıkan tablo, artık bazı gerçekleri birilerine anlatmalı. Yok, anlamam diyorsanız, tartışacak bir şeyimiz kalmamış demektir.

Durumu iyi analiz etmek lazım.

Terör örgütü Irak’ın kuzeyinden her türlü mühimmatı geçiriyor. Eylemlerde kullanmak için büyük kentlere transfer ediyor. İşte onun için önce bataklıktaki sivrisinekler kurutulmalı diye çırpınıyor birileri. Ancak anlamayanlar ya da anlamamak isteyenler de yok değil.

Bataklığı kurutursanız, haşere evinize girip sizi ısırmaz.

* * *

Elazığ Valisi Muammer Muşmal da terör olaylarına canı fena sıkılanlardan.

Milletin kendi arasında ifade ettiğini o yüksek sesle söylüyor ve alkışı hak ediyor. Bakın Vali Bey ne diyor;

Siz onları kesmezseniz onlar sizi keser. Buldun mu keseceksin!

* * *

Bundan önceki yazımızda bahsetmiştik. Milletin canı burnunda demiştik. Neredeyse her gün bu milletin bağrından kopan yiğitleri soğuk toprağa veriyoruz. Allah bu millete öyle sabır veriyor ki…

Vali Bey böyle konuştu diye şimdi öyle bir yüklenecekler ki…

İnsan hakları diyecekler, bir devletin görevlisi böyle hunharca konuşur mu canım efendim diyecekler…

Daha neler neler…

Ama tek bir gerçeği değiştiremeyecekler.

O da Vali Bey’in söylediklerinin bu milletin öz düşünceleri olduğu gerçeği…

* * *

Tekrar ederek söylüyorum, gidişat iyi değil, bu milletin canı burnunda.

Murat ÇOBAN

Kaynak

19 Haziran 2007 Salı

Ülkücüler Bu yazıyı Hafızalarınıza Not Edin!

Basın şövalyesi Ertuğrul Özkök'ün bu yazısının bütün ülkücüler tarafından okunması ve unutulmaması gerektiğine inanıyoruz.
Hürriyet Gazetesi'nin köşe yazarı Ertuğrul Özkök'ün 13 Haziran tarihli yazısını tüm ülkücülerin okuması ve unutmaması gerektiğine inanıyoruz.

Hayatında bir tek şehit cenazesine gitmeyen, şehidin anlamının bile ne olduğunu kavrayamayan, insanlıktan, kişilikten, dürüstlükten tek anladığı şeyin iktidara yazarlık yapmak olan Ertuğrul Özkök hakkındaki düşüncelerinizi Hürriyet Gazetesi'ne ve Özkök'ün kendisine bildirmenizi rica ediyoruz.

İşte Özkök'ün o yazısı:

Şövalyeler mücadelesi

BANA göre siyaset, bir "şövalyeler mücadelesidir". Çalılıklar arasında saklanıp oraya buraya uzaktan kumandalı mayınlar koyan, göğüs göğüse mücadeleyi göze alamayan, hayatı kalleş pusuların kuytularında geçmiş cücelerin savaşı değildir.

Bana göre siyaset, belden yukarı yapılan bir grekoromen zarafetidir.

Bana göre siyasetin; yani mertçe siyasetin tabiatında, belden aşağı vurma pespayeliği yoktur.

Bana göre siyaset böyle olmalıdır.

Siyaset bir "primus interpares" sanatıdır.

Eşitler arasında birinci olma yarışıdır.

* * *

Eğer, bu kutsal cumhuriyet, mert insanların verdiği kahramanca bir mücadele sonucunda kurulmuşsa, onu korumak adına ortaya atılanların da o savaşla yazılan mertlik kanunlarına uyması gerekir.

Öyle değil mi?..

Biz de belden aşağı vuracaksak, biz de yol kenarlarına kalleş mayınlar döşeyecek, bunu uzaktan patlatacak, her tarafa kalleşçe pusular atacak kadar küçüleceksek, Kandil'deki kalleşten ne farkımız kalır?

Eğer, bu kutsal cumhuriyetin yanına bir de "demokrasi" kelimesini yazmışsak, bütün hayatı belden aşağı dernekçiliklerle geçmiş küçük insanların aramızda ne işi olabilir?

Göğüs göğüse mücadele edemeyen, gözünü gözümüze dikemeyip, gözü hep belden aşağılarda dolaşan karakterler, demokrasi yarışına çıkan insanlarla aynı kulvarda nasıl koşabilir?

Koşar.

Daha doğrusu, siz koşarsanız, onlar hep çelme takar.

Lastiğinizi patlatır, ayaklarınızın altına çiviler döşer.

* * *

Günlerdir cami avlularında, cenaze başlarında yapılanlara bakıyorum.

Günlerdir, küçük siyasetleri, biçare amaçları için şehit cenazelerini bile istismar edecek kadar alçalmış ruhlara bakıyorum.

Elbette şehit anasını, babasını, kardeşini kastetmiyorum.

Elbette içi gerçekten yanan, çocuğu şehit olmuş veya olacak olan analara demiyorum.

Ben o şehit cenazesi başında küfürlerden medet umanları kastediyorum.

Ve içimden haykırmak geliyor.

Olmaz, diyorum.

"Olmaz, bayrağa sarılı o tabutun başında siyaset olmaz."

O tabuttan siyasi rant çıkmaz.

Çıkmamalıdır.

Ay yıldıza sarılmış tabutun tahtasından, siyasi mania imal edilemez.

Onun üzerinde engelli koşu olmaz.

Günlerdir haykırıyorum.

Tabut başında siyaset bölücülüktür.

PKK'nınkinden daha büyük bölücülüktür.

Hükümette ister AKP, ister CHP, ister İşçi Partisi, ister MHP olsun...

Kim olursa olsun tabut siyaseti bölücülüktür.

Bunu yapan, dün oy verdiğim parti de olsa, yarın oy vereceğim parti de olsa hiç fark etmez.

Çünkü ben diyorum ki, siyaset "şövalyeler mücadelesi"dir.

Değilse de olmalıdır.

Diyorum ki, bu siyasetin centilmenlere yakışan kuralları, mert insanlara yakışan kaideleri olmalıdır.

Diyorum ki, siyasi rakibinin çocuğuyla, eşiyle, kardeşiyle, yakınıyla uğraşmamak da bu mertliğin bir numaralı kanunu olmalıdır.

Bizler eğer, adımızı insanların hanesine yazdırmak istiyorsak, siyaseti de adının hizasında "insan" yazılı şövalyelerin mücadelesi haline getirmek istiyorsak, bu kanunları bizzat kendi ellerimizle yazmalıyız.

Centilmenliğin tabuları vardır.

Kırmızı çizgileri olmalıdır.

O çizgilerin altına inmemeliyizdir.

Bize yakışan budur.

Siyasette bedel, centilmence ödetilmelidir.

Ve önemlisi, hepimize ait acılar hiç kimsenin tapusuna geçirilmemelidir.

Cepheden dönen her tabutun vasiyetinde şu yazar:

"Benim ruhum Türk milletine emanettir."

O tabutun başında birlikte ağlamalıyızdır.

Cami avlusunda veya köşelerinde, o tabutu siyaset kürsüsüne çevirmek isteyenlere birlikte karşı çıkmalı, birlikte haykırmalıyızdır:

"Kardeşim musalla taşı seçim kürsüsü değildir..."

Ertuğrul Özkök / 13-06-2007 / Hürriyet



Yazı ve Haber Etikhaber.Com sitesinden alınmıştır.

15 Haziran 2007 Cuma

Çapanoğlu Projesi

Neval KAVCAR

Sultan Erdoğan, yeni sarayının açılışını yaparken mutlu olmadığı gözlerden kaçmadı. 36 trilyonluk yeni AKP binasının, Erdoğan’a ayrılan bölümün adı, “Sultan makamı” olarak anılıyor. Ayni anda eski AKP binasının önünde bir vatandaş havaya iki el ateş açıyor. Durumdan haberdar olunca: “'Bu yola çıkarken her şeyi göze aldık' demesi ve cesareti ile gözleri yaşartması unutulmayacaktır.

“ Terör Zirvesi”ne girmeden önce, “Sınır dışı harekât”ın olmayacağını söyleyerek, K.ırak’ta ki ihanet yuvası ile birlikte, Washington’u rahatlatan Sultan Erdoğan’ın neleri göze aldığını hep birlikte izliyoruz.

Uzun müddettir PKK nın düz ova siyasetçileri ile idare ediyorken, erken seçim kararı ile birlikte terör örgütü atağa kalktı. Türkiye, hem dağda ki hem de düz ovadakilerle uğraşmaya başladı. BOP Sultanının yanında yer alan medya, enflasyonun tek haneye düşmesinin sırrını anlatıyor. Amerika ve Avrupa, “ soykırıma” dönüşen katliama rağmen, K.Irak’a girilmesine karşı bir tavır içindeler. Sultan Erdoğan ve Musa’nın Gül’ü de bu savaşta, stratejik ortak cephesinde kılıç sallıyor.

PKK üzerine düşeni yapıyor, vurup kaçıyor. Sınırların güvenliği sağlandığı halde bu saldıranlar, içerdekiler mi diye düşündürüyor. Gündüz vatandaş, gece PKK lı söylemleri tekrar gündeme gelmeye başladı. Uzaktan kumandalı medya, Sultan Erdoğan yerine TSK ni hedeflemiş, taciz atışlarını sürdürüyor.

Şırnak’ta iki subay ve bir erin şahadetinin ardından Cumhurbaşkanı Sezer’in verdiği başsağlığı mesaj milleti yüreğinden vurdu:

"...Türkiye Cumhuriyeti, acıları derinleşse de, terörle savaşımda asla yılgınlığa kapılmayacak, bu savaşımın gerektirdiği ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm önlemleri koşullar ne olursa olsun kararlılıkla almaktan kaçınmayacaktır..."

Gençliğe hitabenin günümüze uyarlanmış hali denilebilecek bu satırlar, aklıselimin de gönlünden geçendir. Çankaya ve TSK nin emin ellerde olmasının yanı sıra Türk Milleti gereken mesajı doğru algılamalıdır. Washington ve AKP iktidarının karşı çıkmasına rağmen Sezer, K.Irak’ta ki fesat yuvasının dağıtılmasından yana olduğunu açıklamıştır.

BOP Sultanı Erdoğan’ın yurt içinde ki PKK lı sayısı üzerinde çelişkiye düşmesi, 5 bin sayısı içinde PKK nın düz ovaya inmiş olanları mı vardı acaba diye düşündürttü.

K.Irak’a neden girilmemesi gerekirin cevabını, Bilderbergci Fehmi Koru çok ilginç açıklamış. Türkiye’nin G.Kore’ye gitmesi ile K.Irak operasyonu arasında bağ kurmuş, “Kimdi O Genel Kurmay Başkanı” başlıklı yazısında. Diyor ki Büyükanıt’a “K.ırak “için zorlama, ilerde adın bile anılmayacak. Eskiden Koru, mantıksızlığını mantık içine saklamasını bilirdi oysa. NATO’ya girebilmek için ABD ye verilen rüşvetti G.Kore. K.Irak öyle mi? Türkiye’nin güvenliğini birebir etkileyecek gelişmelerin üssü durumunda şu an o bölge. Ayrıca Fehmi Koru’nun şunu iyi bilmesi gerekir; “ Bir Türk düşmana hizmet ile meşhur olacağına, milleti için toprak olmayı yeğler.”

Mehmetçik’i G.Kore’ye gönderen Başbakan Menderes’in bugün ki versiyonu Sultan Erdoğan, yine Amerikan menfaati için askeri K.Irak’a göndermek istemiyor. Arada bir fark var mı? Fehmi Koru, iyi ki AKP iktidarının freni var yoksa TSK i Irak’a girecek yorumu yapmış. Bu arada Genel Kurmay’ın, “siyasi kararı iktidarın vermesi” söylemini tekrarlamasına takılmış.

Bir yasa çıkarıp, Büyükanıt’ın konuşmasını mı yasaklasak ne?

Siyasi iradeye rağmen, K.Irak’a gitmek isteyenlere içerleyen Koru, iyi ki “demokratik karar mekanizması” var diyor. Ayni demokratik mekanizmanın, Anayasanın 102. maddesine göre, 367 nin de var olduğunu görmüyor oluşları, önlerine atılanla yetinmelerindendir.

1 Mart tezkeresinde TSK inin, ABD paralelinde olduğunu nereden çıkardığını ise anlayamadım. Özkök’ün Genel Kurmay başkanlığında iken de söylenen, “Tezkerenin meclisin iradesine “bırakıldığı idi. Bundan ABD paralelinde bir görüş manası mı çıkar? 1 Mart tezkeresi ABD ye rağmen değil, ABD nin isteği ile reddedildi. “ K.Irak’a 20 km girilecek, PKK ya dokunulmayacak, Amerikalı generallerin kontrolünde olunacak” şartlarına rağmen, TSK i ni Irak’ta istemeyen Washington’dur. Tezkerenin reddinde bugün AKP hikmeti aramaya ne gerek var?

Uzaktan kumandalı medyanın bağımlı prensleri ve Sultan Erdoğan’ın durumu hayli perişan şekilde görüldüğü üzere. Önlerinde seçim var, ABD sıkıştırıyor seçimden önce K.Irakla masaya oturun diye. Millet K.Irak’a girelim derken, Büyükanıt, TBMM den “ siyasi irade bekliyoruz “diyor. ABD bir yandan K.Irak’a girmeyin derken bir yandan PKK ile tacize devam ediyor. Vatandaş, “Hükümet İstifa” diyor.

Sultan Erdoğan, “Milletimizin evi, demokrasinin kalbi” dediği BOP sarayında kara kara düşünüyor, işin içinden çıkamıyor.
Erdoğan’ı tekrar yıldızlaştırmak için, “ Çapanoğlu projesi” üzerinde çalışmalara hız verildiğini görüyoruz.
İşe yine bir şiirle mi başlasalar acaba? Miadı dolmuş “süngülü” şiir yerine, fonda Hasan Mutlucan, BOP Sultanı Erdoğan kahramanlık şiirleri mi okusa..Ya da yine 20 km lik bir hedefte Mehmetçiğin başında, Kuzey Irak’a mı girse yağız at üzerinde..Sağ yanında da Düzova komutanı Ağar..Solunda BOP un Gülü…
Projeye uygun bir şeyler mutlaka bulunacaktır efendim, bekliyoruz.

Not: Başbakan Erdoğan’ın şehit cenazeleri ile ilgili söyleminin ardından Isparta’dan gelen bir maili sizinle paylaşmak istiyorum:
“Isparta ve çevresinde şehit olacaklar,
Lütfen SEHIT olmayın.
Sizin cenaze namazınızda bulunamayacağım.
Eğer TEKBİR Getirirsem,
ŞEHITLER ÖLMEZ-VATAN BÖLÜNMEZ
SEN RAHAT UYU
KANIN YERDE KALMAYACAK
VATAN SANA CANIM FEDA ,
Kahrolsun PKK ve işbirlikçileri dersem,
AB ve stratejik müttefikimiz ABD ye kızarsam
AKP iktidarı beni tutuklayacak.
Sen ŞEHIT olursan,
Ben simdi olduğu gibi için-için ağlayacağım,
Balkonumda BAYRAGIMI asılı tutacağım.
6.Kafile Kore Tugayında Görev yapan,
Kıbrıs Barış Harekâtına katılan Babam Merhum
Em.P.Kd.Alb Lütfi O.Başyiğit’i
951-31
Rahmetle Anıyorum
Ruhuna Fatiha
M .Koray BAŞYIĞIT
Em.Öğretmen
ISPARTA

Eski Türkler - Ne İdik, Ne Olduk?

Ne İdik, Ne Olduk (Yenileriyle karşılaştırmak acı verebilir)

Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.

Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."

Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)

Hayırseverdik: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."

"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.'"

Ne dersiniz? Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru: "Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl buluruz?"

(Alıntıdır)

14 Haziran 2007 Perşembe

Basbuğ'a Mektup

12 Eylül sonrasi tutuklanan Alparslan TÜRKES ve bütün
dava arkadaslarina...

Sana bu mektubu bir gece yarisinda yaziyorum
Azatligin zirvesinde sohbete dalmis yildizlar
Zühre bir aski tutturmus Bâbil’ de kalan
Zavalli dünya habersiz, zavalli dünya sagir
Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayip gidiyor yildizlardan birisi
Bir intikam fisegi gibi saplaniyor karanligin karnina
Senin namina yildizlari kiskaniyorum.
Kim bilir kaç isik yili uzakta
Öfkeyle kollarini çeviriyor yalanci fecir
Imanim gibi biliyorum vakit asilmak vaktidir
Ve taksim gazinolarinda trahomlu sairler
Misra ariyorlar masalarin altinda
Kanini içiyorlar bilmeden “Cennet atlari” nin
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sariyorum
Dumani cigerlerime degil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasinda ne kadar dizginsiz at
Basliyorlar kosmaya kilcal damarlarimda
Sicak soluklari yalarken alnimi
Toynaklarini hissediyorum alyuvarlarimda.

Sana bu mektubu evimin balkonunda yaziyorum
Sag elimi koyuyorum tam yüregimin üstüne
Çankaya yokusunda söyledigimiz marsi duyuyorum
Ulu kayalar parçalaniyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden daglar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmus birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavas yavas ölüyor
Istedigin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kabe resmi ve anamin dualari var
Ve bildigin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki , Sevmedim ülküden baskasini
Basi dumanli daglari, dolunayi, ufuklari
Bir de Çankaya yokusunda rüzgara tutulmus saçlarini
Önce Allah, sonra genlerim sahit.
Sevgimi üçbin yil sonra dogacak torunuma yolluyorum
Trahomlu sairler dogruluyorlar masalarin altindan
Elleri fahiselerin karanlik saçlarinda
Benim kalemimden kan degil süt damliyor
Geceler boyu böyle gelecegi emziriyorum
Kahrolayim sevmedim ülküden baskasini
Bir de seni çok seviyorum

Dilaver Cebeci

Ülkücülük Nedir? Ne Değildir?

Ortadoğu /Zeki Saraçoğlu


Ülkücülük, Türk milliyetçiliğinin özel adıdır. Türk milleti varoldukça ülkücülük de olacaktır. Herkesin ülkücü olması beklenemez. Ama Türk milletini milletler mücadelesinde birinci sıraya yükseltme hedefine ulaşmak isteyenler, kesinlikle Türk milliyetçisi olmak zorundadır. Türk milliyetçiliğinin siyasi, kültürel ve sosyolojik olarak kurumlaşmış haline ülkücülük adı verilir.

O halde, her ülkücü önce Türk milliyetçisidir. Türk milletininhizmetindedir. Türk milletinin milli ve manevi değerlerine sahip çıkarak, budeğerleri layık oldukları en yüksek doruklara yükseltmek, her ülkücününbirinci öncelikli görevidir. Oğuz Han’dan günümüze kadar parlak yıldızlar misali Türk milletinin önünde ışık olan bütün liderler, Türk milletine hizmet etmişlerdir. Türk milletine hizmet edenler, aynı zamanda Türk
milliyetçiliğine ve Ülkücü Hareket’e de hizmet etmiş olmaktadırlar.
1789 Fransız ihtilalinden sonra dünya, milletleşme çağına girmiştir. Türk milleti o dönemde büyük bir imparatorluk olan Osmanlı ile Önasya, Afrika ve Avrupa ortalarının nizamını sağlamakla yükümlüydü. Osmanlı, kuruluş olarak Türk milletine dayanmakla birlikte yükselme döneminden itibaren yönetimde Türk olmayan unsurlar yer almıştır. Fransız ihtilali ve Avrupa devletlerinin Hıristiyanlığı öne çıkararak, Osmanlı tebası durumundaki Hıristiyan toplumları kışkırtmaları sonunda, Osmanlı Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir.

Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve en son Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı’nın kalıntıları üzerinden, Göktürkler’den sonra, tarihte ikinci kez, Türk adını taşıyan bir devlet doğmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki bu yeni devleti kuran iradenin temelinde de Türk milliyetçiliği ülküsü yatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk milliyetçiliği ülküsünü savunan milliyetçiler, dönemin milli şefi tarafından Turancılık yaftasıyla suçlanmışlar, daha sonra bu ülkücü kadro Türk milliyetçiliği uğrunda
tabutluklarda işkence görmüştür. Alparslan Türkeş’in de aralarında yer aldığı, 1944 milliyetçilik olayı mağdurları daha sonra bu suçlamadan beraat ederek yüzlerinin akıyla görevlerine dönmüşlerdir.
Bugünkü Ülkücü Hareket’in siyasi şekillendirmesinin öncüsü, Başbuğ Alparslan Türkeş’tir. Başbuğ’un Türk milliyetçiliği ülküsünü siyasi yarışta MHP, kültür alanında ülkücü sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla temsil ettirdiğini belirtmeliyiz. Türkeş’in hazırladığı Dokuz Işık ilkelerinin ilk üç maddesi; Milliyetçilik, ülkücülük, ahlakçılık adını taşımaktadır. Buradan anlıyoruz ki, ülkücülüğün temeli, İslam inancı ile Türk milletinin sahip olduğu milli, manevi, kültürel ve tarihi değerler manzumesinden oluşmaktadır.

O halde, ülkücülük kuru bir ırkçılık davası değildir. Ülkücülük, milliyet olgusunu reddeden bir ümmetçilik de değildir. Ülkücülük, her milletin kendi özdeğerlerine sahip çıkmasını tabii gören, Türklüğün milli ve manevi değerlerinin kaynaşmasından meydana gelen Müslüman Türk milletinin milletler yarışında en öne geçmesini istemek, çalışmak ve bu ülküyü hayat tarzı haline getirmektir.
Ülkücülük, her insanı Yüce Allah’ın bir emaneti olarak görmeyi emreder. Ülkücüler, mensubu bulundukları Türk milletini layık olduğu maddi ve manevi zenginliklere kavuştururken, birlikte yaşadıkları her insanı kutsal bir emanet olarak korur, geliştirir ve mutluluğuna katkı sağlar. Ülkücülük, kesinlikle ayrıştırıcı değil, birleştiricidir. Ülkücülük sonu izm’le biten her türlü yabancı ideoloji ve sistemlere karşıdır. Türk milletine uygun olan en doğru yönetim sisteminin şahsiyetçiliği destekleyen demokrasi olduğunu kabul eder.
Ülkücü, Türk milliyetçiliğini kültür milliyetçiliği temelinde algılar.Kendini Türk hisseden ve Türk milletinin gelişmesine hizmet etmeyi şerefli bir görev sayan herkesi şefkatle kucaklar. Etnik ırkçılık ve ayrıştırıcı tuzaklara karşı, Türk milletinin milli ve manevi değerlerine sarılarak kenetlenebileceğine inanır.

Kısaca ülkücü, kendini Allah rızası için Türk milletine hizmete adayan adamdır.

Hayırlı Olsun!

Değerli Ülküdaşlarım! Şu an bu sitenin başlangıç ve açılış niteliğindeki yazısını yazıyorum. Bundan sonra da gerek kendi yazılarımızı gerek Türk Milleti'nin okuması, farkında olması gereken yazıları burada paylaşacak, değerlendireceğiz. Buradan bütün Türk Milleti'ne hitap edecek, birlikte tartışacak, eleştirecek, önerecek ve gelişeceğiz. Türkiye'mizin okuyan, düşünen, çalışan, araştıran ve elini taşın altına koyabilen insanlara ihtiyacı had safhada ve biz bunu yapabilecek kudrete sahibiz. En kısa zamanda sayfamız tam teşekküllü olarak hizmet vermeye başlayacak. Bu süreçte siz değerli kardeşlerimizin de katkılarını bekliyoruz. Varlığımız Türk Varlığına Armağan Olsun!

21 Mart 2007 Çarşamba

Nevruz Bayramı Nedir?

NEVRUZ: Kuzey yarımküre insanlarının ortak bahar bayramıdır…

Nevruz Azerbaycan’da Novruz, Kazakistan’da Novrız, Kırgızistan’da Nooruz, Kırım Türklerinde Navrez, Batı Trakya Türklerinde Mevris olarak kullanılır. Kelime manası olarak Farsça “Yenigün” anlamına gelir. Çin’den Avrupa içlerine kadar kuzey yarımküre insanlarının ortak bayramıdır. Bugün Türkiye’de bir gelenek Türk Cumhuriyetleri’nde ise resmi bayram olarak kutlanır. Baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Türk kavimleri tarafından M.Ö.VIII yy’dan günümüze kadar her yıl 21 Mart’ta kutlanır.

Oniki Hayvanlı Türk Takvimi ve Melikşah’ın Celali Takvimi’nde yılbaşı olarak belirlenen 21 mart, Divânü Lügati’t-Türk’te de ilkbaharın gelişi olarak belirtilir. Türk edebiyatı ve musikisine de Nevruz; Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Arap, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Acem ve Nevruz-ı Seba olarak girmiştir. Tarihte pek çok devlet tarafından bayram ve gelenek olarak kutlanmıştır. Bunların başında Anadolu beylikleri, Eski Mısır, İran, Safavi, Sasani, Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı gelir.

Selçukulu ve Osmanlı’da milli bayram olarak kutlanan Nevruz, Nevruziye adlı şiirlere ve şenliklerle ziyafet verilerek kutlanırdı. Alevi ve Bektaşiler arasında da kutlanan Nevruz’da özel ayinler yapılırdı, yine Zerdüştler ve Yezidiler’de 21 Mart’ı bayram olarak kabul etmişlerdi.

Not: Daha detaylı bilgi ve açıklamaları www.nevruz.gen.tr sitesinden bulabilirsiniz.

18 Mart 2007 Pazar

Çanakkale Zaferi



Çanakkale, bir ölüm kalım savaşıydı.

Çanakkale, bir saldırıya karşı, etten ve kemikten bir savunmaydı.

Ülkenin her köşesinden, dağ başlarından, köylerden kopup gelen çocuk yaşta gençlerin, ana

kuzularının aslana dönüştüğü yerin adıydı Çanakkale.

Ana kuzuları, Kınalı Kuzular… Anneler, kuzularını kınalayarak gönderiyorlardı Çanakkale’ye.

Her kınalı kuzu, bir kahramandı, bir destandı…