22 Haziran 2007 Cuma

NECİP FAZIL DİYALOGÇULARA LÂNET OKUYOR!

Diyalog safsatası günümüzden otuz yıl önce Vatikan tarafından resmî olarak başlatılmıştır. Şimdiki malûm cemaat tarafından değil. O günlerde diyaloğa maşa olması için teklif götürülenlerden birisi de Üstâd Necip Fazıl idi. O bu çağrıya bakın nasıl cevap veriyor?

‘-Ne diyaloğu be yahu! Belli başlı bir anlayış kökünde beraber olup ta dallarında ayrı olanlar arasında tutturabilecek hangi aşı olabilir? Her birinin ne yediği ve ne ile beslendiği malûm , KARTALLA-KARGA nasıl diyaloğa girebilir? ‘
( Necip Fazıl Kısakürek)

Bu sözlerin üzerine yorum yapmaya gerek yok. Hiçbir vakit inançta-imanda pazarlık kabul etmeyen Necip Fazıl diyor bunu çünkü. Şimdi O’nun adına radyo programları yapmaya kalkan diyalogçular Necip Fazıl’ın kendilerine okuduğu lânetten habersiz olarak cennetten arsa parselliyorlar.

Kaynak

Ağzına Sağlık Vali Bey!

Şehit cenazelerinde ortaya çıkan tablo, artık bazı gerçekleri birilerine anlatmalı. Yok, anlamam diyorsanız, tartışacak bir şeyimiz kalmamış demektir.

Durumu iyi analiz etmek lazım.

Terör örgütü Irak’ın kuzeyinden her türlü mühimmatı geçiriyor. Eylemlerde kullanmak için büyük kentlere transfer ediyor. İşte onun için önce bataklıktaki sivrisinekler kurutulmalı diye çırpınıyor birileri. Ancak anlamayanlar ya da anlamamak isteyenler de yok değil.

Bataklığı kurutursanız, haşere evinize girip sizi ısırmaz.

* * *

Elazığ Valisi Muammer Muşmal da terör olaylarına canı fena sıkılanlardan.

Milletin kendi arasında ifade ettiğini o yüksek sesle söylüyor ve alkışı hak ediyor. Bakın Vali Bey ne diyor;

Siz onları kesmezseniz onlar sizi keser. Buldun mu keseceksin!

* * *

Bundan önceki yazımızda bahsetmiştik. Milletin canı burnunda demiştik. Neredeyse her gün bu milletin bağrından kopan yiğitleri soğuk toprağa veriyoruz. Allah bu millete öyle sabır veriyor ki…

Vali Bey böyle konuştu diye şimdi öyle bir yüklenecekler ki…

İnsan hakları diyecekler, bir devletin görevlisi böyle hunharca konuşur mu canım efendim diyecekler…

Daha neler neler…

Ama tek bir gerçeği değiştiremeyecekler.

O da Vali Bey’in söylediklerinin bu milletin öz düşünceleri olduğu gerçeği…

* * *

Tekrar ederek söylüyorum, gidişat iyi değil, bu milletin canı burnunda.

Murat ÇOBAN

Kaynak

19 Haziran 2007 Salı

Ülkücüler Bu yazıyı Hafızalarınıza Not Edin!

Basın şövalyesi Ertuğrul Özkök'ün bu yazısının bütün ülkücüler tarafından okunması ve unutulmaması gerektiğine inanıyoruz.
Hürriyet Gazetesi'nin köşe yazarı Ertuğrul Özkök'ün 13 Haziran tarihli yazısını tüm ülkücülerin okuması ve unutmaması gerektiğine inanıyoruz.

Hayatında bir tek şehit cenazesine gitmeyen, şehidin anlamının bile ne olduğunu kavrayamayan, insanlıktan, kişilikten, dürüstlükten tek anladığı şeyin iktidara yazarlık yapmak olan Ertuğrul Özkök hakkındaki düşüncelerinizi Hürriyet Gazetesi'ne ve Özkök'ün kendisine bildirmenizi rica ediyoruz.

İşte Özkök'ün o yazısı:

Şövalyeler mücadelesi

BANA göre siyaset, bir "şövalyeler mücadelesidir". Çalılıklar arasında saklanıp oraya buraya uzaktan kumandalı mayınlar koyan, göğüs göğüse mücadeleyi göze alamayan, hayatı kalleş pusuların kuytularında geçmiş cücelerin savaşı değildir.

Bana göre siyaset, belden yukarı yapılan bir grekoromen zarafetidir.

Bana göre siyasetin; yani mertçe siyasetin tabiatında, belden aşağı vurma pespayeliği yoktur.

Bana göre siyaset böyle olmalıdır.

Siyaset bir "primus interpares" sanatıdır.

Eşitler arasında birinci olma yarışıdır.

* * *

Eğer, bu kutsal cumhuriyet, mert insanların verdiği kahramanca bir mücadele sonucunda kurulmuşsa, onu korumak adına ortaya atılanların da o savaşla yazılan mertlik kanunlarına uyması gerekir.

Öyle değil mi?..

Biz de belden aşağı vuracaksak, biz de yol kenarlarına kalleş mayınlar döşeyecek, bunu uzaktan patlatacak, her tarafa kalleşçe pusular atacak kadar küçüleceksek, Kandil'deki kalleşten ne farkımız kalır?

Eğer, bu kutsal cumhuriyetin yanına bir de "demokrasi" kelimesini yazmışsak, bütün hayatı belden aşağı dernekçiliklerle geçmiş küçük insanların aramızda ne işi olabilir?

Göğüs göğüse mücadele edemeyen, gözünü gözümüze dikemeyip, gözü hep belden aşağılarda dolaşan karakterler, demokrasi yarışına çıkan insanlarla aynı kulvarda nasıl koşabilir?

Koşar.

Daha doğrusu, siz koşarsanız, onlar hep çelme takar.

Lastiğinizi patlatır, ayaklarınızın altına çiviler döşer.

* * *

Günlerdir cami avlularında, cenaze başlarında yapılanlara bakıyorum.

Günlerdir, küçük siyasetleri, biçare amaçları için şehit cenazelerini bile istismar edecek kadar alçalmış ruhlara bakıyorum.

Elbette şehit anasını, babasını, kardeşini kastetmiyorum.

Elbette içi gerçekten yanan, çocuğu şehit olmuş veya olacak olan analara demiyorum.

Ben o şehit cenazesi başında küfürlerden medet umanları kastediyorum.

Ve içimden haykırmak geliyor.

Olmaz, diyorum.

"Olmaz, bayrağa sarılı o tabutun başında siyaset olmaz."

O tabuttan siyasi rant çıkmaz.

Çıkmamalıdır.

Ay yıldıza sarılmış tabutun tahtasından, siyasi mania imal edilemez.

Onun üzerinde engelli koşu olmaz.

Günlerdir haykırıyorum.

Tabut başında siyaset bölücülüktür.

PKK'nınkinden daha büyük bölücülüktür.

Hükümette ister AKP, ister CHP, ister İşçi Partisi, ister MHP olsun...

Kim olursa olsun tabut siyaseti bölücülüktür.

Bunu yapan, dün oy verdiğim parti de olsa, yarın oy vereceğim parti de olsa hiç fark etmez.

Çünkü ben diyorum ki, siyaset "şövalyeler mücadelesi"dir.

Değilse de olmalıdır.

Diyorum ki, bu siyasetin centilmenlere yakışan kuralları, mert insanlara yakışan kaideleri olmalıdır.

Diyorum ki, siyasi rakibinin çocuğuyla, eşiyle, kardeşiyle, yakınıyla uğraşmamak da bu mertliğin bir numaralı kanunu olmalıdır.

Bizler eğer, adımızı insanların hanesine yazdırmak istiyorsak, siyaseti de adının hizasında "insan" yazılı şövalyelerin mücadelesi haline getirmek istiyorsak, bu kanunları bizzat kendi ellerimizle yazmalıyız.

Centilmenliğin tabuları vardır.

Kırmızı çizgileri olmalıdır.

O çizgilerin altına inmemeliyizdir.

Bize yakışan budur.

Siyasette bedel, centilmence ödetilmelidir.

Ve önemlisi, hepimize ait acılar hiç kimsenin tapusuna geçirilmemelidir.

Cepheden dönen her tabutun vasiyetinde şu yazar:

"Benim ruhum Türk milletine emanettir."

O tabutun başında birlikte ağlamalıyızdır.

Cami avlusunda veya köşelerinde, o tabutu siyaset kürsüsüne çevirmek isteyenlere birlikte karşı çıkmalı, birlikte haykırmalıyızdır:

"Kardeşim musalla taşı seçim kürsüsü değildir..."

Ertuğrul Özkök / 13-06-2007 / Hürriyet



Yazı ve Haber Etikhaber.Com sitesinden alınmıştır.

15 Haziran 2007 Cuma

Çapanoğlu Projesi

Neval KAVCAR

Sultan Erdoğan, yeni sarayının açılışını yaparken mutlu olmadığı gözlerden kaçmadı. 36 trilyonluk yeni AKP binasının, Erdoğan’a ayrılan bölümün adı, “Sultan makamı” olarak anılıyor. Ayni anda eski AKP binasının önünde bir vatandaş havaya iki el ateş açıyor. Durumdan haberdar olunca: “'Bu yola çıkarken her şeyi göze aldık' demesi ve cesareti ile gözleri yaşartması unutulmayacaktır.

“ Terör Zirvesi”ne girmeden önce, “Sınır dışı harekât”ın olmayacağını söyleyerek, K.ırak’ta ki ihanet yuvası ile birlikte, Washington’u rahatlatan Sultan Erdoğan’ın neleri göze aldığını hep birlikte izliyoruz.

Uzun müddettir PKK nın düz ova siyasetçileri ile idare ediyorken, erken seçim kararı ile birlikte terör örgütü atağa kalktı. Türkiye, hem dağda ki hem de düz ovadakilerle uğraşmaya başladı. BOP Sultanının yanında yer alan medya, enflasyonun tek haneye düşmesinin sırrını anlatıyor. Amerika ve Avrupa, “ soykırıma” dönüşen katliama rağmen, K.Irak’a girilmesine karşı bir tavır içindeler. Sultan Erdoğan ve Musa’nın Gül’ü de bu savaşta, stratejik ortak cephesinde kılıç sallıyor.

PKK üzerine düşeni yapıyor, vurup kaçıyor. Sınırların güvenliği sağlandığı halde bu saldıranlar, içerdekiler mi diye düşündürüyor. Gündüz vatandaş, gece PKK lı söylemleri tekrar gündeme gelmeye başladı. Uzaktan kumandalı medya, Sultan Erdoğan yerine TSK ni hedeflemiş, taciz atışlarını sürdürüyor.

Şırnak’ta iki subay ve bir erin şahadetinin ardından Cumhurbaşkanı Sezer’in verdiği başsağlığı mesaj milleti yüreğinden vurdu:

"...Türkiye Cumhuriyeti, acıları derinleşse de, terörle savaşımda asla yılgınlığa kapılmayacak, bu savaşımın gerektirdiği ulusal ve uluslararası düzeydeki tüm önlemleri koşullar ne olursa olsun kararlılıkla almaktan kaçınmayacaktır..."

Gençliğe hitabenin günümüze uyarlanmış hali denilebilecek bu satırlar, aklıselimin de gönlünden geçendir. Çankaya ve TSK nin emin ellerde olmasının yanı sıra Türk Milleti gereken mesajı doğru algılamalıdır. Washington ve AKP iktidarının karşı çıkmasına rağmen Sezer, K.Irak’ta ki fesat yuvasının dağıtılmasından yana olduğunu açıklamıştır.

BOP Sultanı Erdoğan’ın yurt içinde ki PKK lı sayısı üzerinde çelişkiye düşmesi, 5 bin sayısı içinde PKK nın düz ovaya inmiş olanları mı vardı acaba diye düşündürttü.

K.Irak’a neden girilmemesi gerekirin cevabını, Bilderbergci Fehmi Koru çok ilginç açıklamış. Türkiye’nin G.Kore’ye gitmesi ile K.Irak operasyonu arasında bağ kurmuş, “Kimdi O Genel Kurmay Başkanı” başlıklı yazısında. Diyor ki Büyükanıt’a “K.ırak “için zorlama, ilerde adın bile anılmayacak. Eskiden Koru, mantıksızlığını mantık içine saklamasını bilirdi oysa. NATO’ya girebilmek için ABD ye verilen rüşvetti G.Kore. K.Irak öyle mi? Türkiye’nin güvenliğini birebir etkileyecek gelişmelerin üssü durumunda şu an o bölge. Ayrıca Fehmi Koru’nun şunu iyi bilmesi gerekir; “ Bir Türk düşmana hizmet ile meşhur olacağına, milleti için toprak olmayı yeğler.”

Mehmetçik’i G.Kore’ye gönderen Başbakan Menderes’in bugün ki versiyonu Sultan Erdoğan, yine Amerikan menfaati için askeri K.Irak’a göndermek istemiyor. Arada bir fark var mı? Fehmi Koru, iyi ki AKP iktidarının freni var yoksa TSK i Irak’a girecek yorumu yapmış. Bu arada Genel Kurmay’ın, “siyasi kararı iktidarın vermesi” söylemini tekrarlamasına takılmış.

Bir yasa çıkarıp, Büyükanıt’ın konuşmasını mı yasaklasak ne?

Siyasi iradeye rağmen, K.Irak’a gitmek isteyenlere içerleyen Koru, iyi ki “demokratik karar mekanizması” var diyor. Ayni demokratik mekanizmanın, Anayasanın 102. maddesine göre, 367 nin de var olduğunu görmüyor oluşları, önlerine atılanla yetinmelerindendir.

1 Mart tezkeresinde TSK inin, ABD paralelinde olduğunu nereden çıkardığını ise anlayamadım. Özkök’ün Genel Kurmay başkanlığında iken de söylenen, “Tezkerenin meclisin iradesine “bırakıldığı idi. Bundan ABD paralelinde bir görüş manası mı çıkar? 1 Mart tezkeresi ABD ye rağmen değil, ABD nin isteği ile reddedildi. “ K.Irak’a 20 km girilecek, PKK ya dokunulmayacak, Amerikalı generallerin kontrolünde olunacak” şartlarına rağmen, TSK i ni Irak’ta istemeyen Washington’dur. Tezkerenin reddinde bugün AKP hikmeti aramaya ne gerek var?

Uzaktan kumandalı medyanın bağımlı prensleri ve Sultan Erdoğan’ın durumu hayli perişan şekilde görüldüğü üzere. Önlerinde seçim var, ABD sıkıştırıyor seçimden önce K.Irakla masaya oturun diye. Millet K.Irak’a girelim derken, Büyükanıt, TBMM den “ siyasi irade bekliyoruz “diyor. ABD bir yandan K.Irak’a girmeyin derken bir yandan PKK ile tacize devam ediyor. Vatandaş, “Hükümet İstifa” diyor.

Sultan Erdoğan, “Milletimizin evi, demokrasinin kalbi” dediği BOP sarayında kara kara düşünüyor, işin içinden çıkamıyor.
Erdoğan’ı tekrar yıldızlaştırmak için, “ Çapanoğlu projesi” üzerinde çalışmalara hız verildiğini görüyoruz.
İşe yine bir şiirle mi başlasalar acaba? Miadı dolmuş “süngülü” şiir yerine, fonda Hasan Mutlucan, BOP Sultanı Erdoğan kahramanlık şiirleri mi okusa..Ya da yine 20 km lik bir hedefte Mehmetçiğin başında, Kuzey Irak’a mı girse yağız at üzerinde..Sağ yanında da Düzova komutanı Ağar..Solunda BOP un Gülü…
Projeye uygun bir şeyler mutlaka bulunacaktır efendim, bekliyoruz.

Not: Başbakan Erdoğan’ın şehit cenazeleri ile ilgili söyleminin ardından Isparta’dan gelen bir maili sizinle paylaşmak istiyorum:
“Isparta ve çevresinde şehit olacaklar,
Lütfen SEHIT olmayın.
Sizin cenaze namazınızda bulunamayacağım.
Eğer TEKBİR Getirirsem,
ŞEHITLER ÖLMEZ-VATAN BÖLÜNMEZ
SEN RAHAT UYU
KANIN YERDE KALMAYACAK
VATAN SANA CANIM FEDA ,
Kahrolsun PKK ve işbirlikçileri dersem,
AB ve stratejik müttefikimiz ABD ye kızarsam
AKP iktidarı beni tutuklayacak.
Sen ŞEHIT olursan,
Ben simdi olduğu gibi için-için ağlayacağım,
Balkonumda BAYRAGIMI asılı tutacağım.
6.Kafile Kore Tugayında Görev yapan,
Kıbrıs Barış Harekâtına katılan Babam Merhum
Em.P.Kd.Alb Lütfi O.Başyiğit’i
951-31
Rahmetle Anıyorum
Ruhuna Fatiha
M .Koray BAŞYIĞIT
Em.Öğretmen
ISPARTA

Eski Türkler - Ne İdik, Ne Olduk?

Ne İdik, Ne Olduk (Yenileriyle karşılaştırmak acı verebilir)

Faziletliydik: Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.

Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın."

İtibarlıydık: Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.

Temizdik: Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür."

Çevreciydik: Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.

Hayata karşı saygılıydık: Bu konuda dilerseniz Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın:
"Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir Türk evidir." (Küçük Asya, c. 9)

Hayırseverdik: Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâne hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar... Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür..."

"Kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam: "Birçokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e, bir gün, yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile [kazanmaya] yarar.'"

Ne dersiniz? Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru: "Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl buluruz?"

(Alıntıdır)

14 Haziran 2007 Perşembe

Basbuğ'a Mektup

12 Eylül sonrasi tutuklanan Alparslan TÜRKES ve bütün
dava arkadaslarina...

Sana bu mektubu bir gece yarisinda yaziyorum
Azatligin zirvesinde sohbete dalmis yildizlar
Zühre bir aski tutturmus Bâbil’ de kalan
Zavalli dünya habersiz, zavalli dünya sagir
Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayip gidiyor yildizlardan birisi
Bir intikam fisegi gibi saplaniyor karanligin karnina
Senin namina yildizlari kiskaniyorum.
Kim bilir kaç isik yili uzakta
Öfkeyle kollarini çeviriyor yalanci fecir
Imanim gibi biliyorum vakit asilmak vaktidir
Ve taksim gazinolarinda trahomlu sairler
Misra ariyorlar masalarin altinda
Kanini içiyorlar bilmeden “Cennet atlari” nin
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sariyorum
Dumani cigerlerime degil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasinda ne kadar dizginsiz at
Basliyorlar kosmaya kilcal damarlarimda
Sicak soluklari yalarken alnimi
Toynaklarini hissediyorum alyuvarlarimda.

Sana bu mektubu evimin balkonunda yaziyorum
Sag elimi koyuyorum tam yüregimin üstüne
Çankaya yokusunda söyledigimiz marsi duyuyorum
Ulu kayalar parçalaniyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden daglar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmus birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavas yavas ölüyor
Istedigin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kabe resmi ve anamin dualari var
Ve bildigin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki , Sevmedim ülküden baskasini
Basi dumanli daglari, dolunayi, ufuklari
Bir de Çankaya yokusunda rüzgara tutulmus saçlarini
Önce Allah, sonra genlerim sahit.
Sevgimi üçbin yil sonra dogacak torunuma yolluyorum
Trahomlu sairler dogruluyorlar masalarin altindan
Elleri fahiselerin karanlik saçlarinda
Benim kalemimden kan degil süt damliyor
Geceler boyu böyle gelecegi emziriyorum
Kahrolayim sevmedim ülküden baskasini
Bir de seni çok seviyorum

Dilaver Cebeci

Ülkücülük Nedir? Ne Değildir?

Ortadoğu /Zeki Saraçoğlu


Ülkücülük, Türk milliyetçiliğinin özel adıdır. Türk milleti varoldukça ülkücülük de olacaktır. Herkesin ülkücü olması beklenemez. Ama Türk milletini milletler mücadelesinde birinci sıraya yükseltme hedefine ulaşmak isteyenler, kesinlikle Türk milliyetçisi olmak zorundadır. Türk milliyetçiliğinin siyasi, kültürel ve sosyolojik olarak kurumlaşmış haline ülkücülük adı verilir.

O halde, her ülkücü önce Türk milliyetçisidir. Türk milletininhizmetindedir. Türk milletinin milli ve manevi değerlerine sahip çıkarak, budeğerleri layık oldukları en yüksek doruklara yükseltmek, her ülkücününbirinci öncelikli görevidir. Oğuz Han’dan günümüze kadar parlak yıldızlar misali Türk milletinin önünde ışık olan bütün liderler, Türk milletine hizmet etmişlerdir. Türk milletine hizmet edenler, aynı zamanda Türk
milliyetçiliğine ve Ülkücü Hareket’e de hizmet etmiş olmaktadırlar.
1789 Fransız ihtilalinden sonra dünya, milletleşme çağına girmiştir. Türk milleti o dönemde büyük bir imparatorluk olan Osmanlı ile Önasya, Afrika ve Avrupa ortalarının nizamını sağlamakla yükümlüydü. Osmanlı, kuruluş olarak Türk milletine dayanmakla birlikte yükselme döneminden itibaren yönetimde Türk olmayan unsurlar yer almıştır. Fransız ihtilali ve Avrupa devletlerinin Hıristiyanlığı öne çıkararak, Osmanlı tebası durumundaki Hıristiyan toplumları kışkırtmaları sonunda, Osmanlı Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir.

Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve en son Kurtuluş Savaşı ile birlikte Osmanlı’nın kalıntıları üzerinden, Göktürkler’den sonra, tarihte ikinci kez, Türk adını taşıyan bir devlet doğmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki bu yeni devleti kuran iradenin temelinde de Türk milliyetçiliği ülküsü yatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk milliyetçiliği ülküsünü savunan milliyetçiler, dönemin milli şefi tarafından Turancılık yaftasıyla suçlanmışlar, daha sonra bu ülkücü kadro Türk milliyetçiliği uğrunda
tabutluklarda işkence görmüştür. Alparslan Türkeş’in de aralarında yer aldığı, 1944 milliyetçilik olayı mağdurları daha sonra bu suçlamadan beraat ederek yüzlerinin akıyla görevlerine dönmüşlerdir.
Bugünkü Ülkücü Hareket’in siyasi şekillendirmesinin öncüsü, Başbuğ Alparslan Türkeş’tir. Başbuğ’un Türk milliyetçiliği ülküsünü siyasi yarışta MHP, kültür alanında ülkücü sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla temsil ettirdiğini belirtmeliyiz. Türkeş’in hazırladığı Dokuz Işık ilkelerinin ilk üç maddesi; Milliyetçilik, ülkücülük, ahlakçılık adını taşımaktadır. Buradan anlıyoruz ki, ülkücülüğün temeli, İslam inancı ile Türk milletinin sahip olduğu milli, manevi, kültürel ve tarihi değerler manzumesinden oluşmaktadır.

O halde, ülkücülük kuru bir ırkçılık davası değildir. Ülkücülük, milliyet olgusunu reddeden bir ümmetçilik de değildir. Ülkücülük, her milletin kendi özdeğerlerine sahip çıkmasını tabii gören, Türklüğün milli ve manevi değerlerinin kaynaşmasından meydana gelen Müslüman Türk milletinin milletler yarışında en öne geçmesini istemek, çalışmak ve bu ülküyü hayat tarzı haline getirmektir.
Ülkücülük, her insanı Yüce Allah’ın bir emaneti olarak görmeyi emreder. Ülkücüler, mensubu bulundukları Türk milletini layık olduğu maddi ve manevi zenginliklere kavuştururken, birlikte yaşadıkları her insanı kutsal bir emanet olarak korur, geliştirir ve mutluluğuna katkı sağlar. Ülkücülük, kesinlikle ayrıştırıcı değil, birleştiricidir. Ülkücülük sonu izm’le biten her türlü yabancı ideoloji ve sistemlere karşıdır. Türk milletine uygun olan en doğru yönetim sisteminin şahsiyetçiliği destekleyen demokrasi olduğunu kabul eder.
Ülkücü, Türk milliyetçiliğini kültür milliyetçiliği temelinde algılar.Kendini Türk hisseden ve Türk milletinin gelişmesine hizmet etmeyi şerefli bir görev sayan herkesi şefkatle kucaklar. Etnik ırkçılık ve ayrıştırıcı tuzaklara karşı, Türk milletinin milli ve manevi değerlerine sarılarak kenetlenebileceğine inanır.

Kısaca ülkücü, kendini Allah rızası için Türk milletine hizmete adayan adamdır.

Hayırlı Olsun!

Değerli Ülküdaşlarım! Şu an bu sitenin başlangıç ve açılış niteliğindeki yazısını yazıyorum. Bundan sonra da gerek kendi yazılarımızı gerek Türk Milleti'nin okuması, farkında olması gereken yazıları burada paylaşacak, değerlendireceğiz. Buradan bütün Türk Milleti'ne hitap edecek, birlikte tartışacak, eleştirecek, önerecek ve gelişeceğiz. Türkiye'mizin okuyan, düşünen, çalışan, araştıran ve elini taşın altına koyabilen insanlara ihtiyacı had safhada ve biz bunu yapabilecek kudrete sahibiz. En kısa zamanda sayfamız tam teşekküllü olarak hizmet vermeye başlayacak. Bu süreçte siz değerli kardeşlerimizin de katkılarını bekliyoruz. Varlığımız Türk Varlığına Armağan Olsun!