5 Eylül 2008 Cuma

Bu Ülkede Sizin Neyiniz Var?

• Türk Telekom, Araplar’ın...
• Telsim İngiliz’in...
• Kuşadası Limanı İsrailli’nin...
• İzmir Limanı Hong Konglu’nun...
• Araç muayene işi Alman’ın...
• Başak Sigorta Fransız’ın...
• İETT Garajı Dubaili’nin...
(Alıcı parayı ödemedi)
• Avea Lübnanlı’nın...
• Petkim, Ermeni’nin...
• Rakı , Amerikalı’nın.
• Finansbank Yunanlı’nın...
• Oyakbank Hollandalı’nın...
• Denizbank Belçikalı’nın...
• Türkiye Finans Suudilerin...
• TEB Fransız’ın...
• Cbank İsrailli’nin...
• MNG Bank Lübnanlı’nın...
• Dışbank Hollandalı’nın...
• Şekerbank Kazak’ın...
• Yapı Kredi’nin yarısı İtalyan’ın...
• Turkcell’in yarısı Finli’nin, Rus’un...
• Beymen’in yarısı Amerikalı’nın...
• Enerjisa’nın yarısı Avusturyalı’nın...
• Garanti’nin ve Akbank’ın bir bölümü Amerikalı’nın...
• Eczacıbaşı İlaç, Çek’in...
• İzocam, Fransız’ın...
• TGRT (Fox) Amerikalı’nın...
• Demirdöküm Alman’ın...
• Döktaş Fransız’ın...
• Süper FM Kanadalı’nın...


Alışveriş yaptığınız marketlerin neredeyse “tamamı” yabancıların...
Yıllık ödediğimiz 50 milyar doların “neredeyse” tamamı yabancının...
2003 başına kadar hepsi “yüzde 100’ü Türk sermayesine ait şirketlerdi”...
Bu ülke “Bizim” deyip, duruyorsunuz söyleyin bakalım, sizin neyiniz var bu topraklarda!

EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!!!

ATALARIMIZIN CANIYLA KANIYLA KAZANILAN BU TOPRAKLAR ŞİMDİ BİR İMZA İLE TEK TEK SATILIYOR…

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Bayrak Asmak, Taşımak Da Mı Suç?

Unibozkurt.com sitesindeki şu haberi okumanızı rica ediyoruz. Bu haber ülkemizde artık bayrak asmanın, bayrak rozeti taşımanın ve bayrak çıkartması bulundurmanın bile suç teşkil eder hale getirildiğinin, ve kanunları uygulayanların kendilerini külhanbeyi gibi gördüğünün, bunları yaparken de aslında yasaları ne kadar doğru(!) uyguladığının göstergesidir...

Osmaniye nin Toprakkale İlçesi MHP İlçe Başkanı Tamer Mak aracının plakasına yapıştırılmış olan Türk bayrağı için Adana Şakir Paşa Hava Limanında neler yaşadı neler

Bu haberi Adana Emniyet Müdürü Arif Akkale'nin mutlaka okuması gerekir Ey Türk evladı ! Bu vatan için bu bayrak için gözünü kırpmadan canını vermiş şehitlerimizden, vücudunun herhangi bir uzvunu kaybetmiş gazilerimizden, bu güzel insanların annelerinden, babalarından, yetimlerinden, öksüzlerinden, hepinizden bizi yönetenler adına binlerce özür diliyor, bizleri bağışlamanızı diliyorum.

Size yazılarımla anlatacağım olayları, ibreti alem için lütfen okuyun!

Tarih : 18.06.2008 Çarşamba Saat : Akşam 21.50 Yer : Adana Şakir Paşa Hava Alanı iç hatlar bölümü önü Şahsi arabamı park etmiş kayınvalidemi İstanbul'a uçağa bindirmek üzere THY bilet alma gişelerine geldim. Bileti alıp kayınvalidemi yolcu ettikten sonra, park etmiş olduğum aracıma doğru ilerledim. Aracımın başında Havalimanı Şb. Müdürlüğü'nde görevli 2 polis memurunu beni beklerken gördüm. Yanlarına yaklaşıp; -İyi görevler. Hayırdır arkadaşlar bir sorun mu var ? Bir şeye mi baktınız ?

P. Memuru : Şu aracın plakasındaki kırmızı renkli yapıştırmayı çıkar !

-Beyefendi kırmızı renkli yapıştırma dediğin Türk Bayrağı ! P. Memuru : Bende sana onu diyorum bunu çıkartacaksın. -Beyefendi kusura bakmayın bu Türk Bayrağı. Ben çıkartamam. Madem siz kırmızı renkli yapıştırma diyorsunuz buyurun siz çıkartın.

P. Memuru : Ben senin uşağın mıyım? Taktığın gibi çıkar. -Beyefendi ben Türk Bayrağını çıkaramam. Bu hareketimden dolayı cezam neyse razıyım.

Buyurun işlemlerinizi yapın.

P. Memuru : Milliyetçilik sana mı kaldı da bunu buraya yapıştırıyorsun? Milletin çoğu mavi şekilli plaka ile geziyor sana ne oluyor?

-Beyefendi evet doğrusundur belki milliyetçilik bana kalmadı eğer göz güzelliğini bozmuş ise ses çıkarıp çevre kirliliğine sebebiyet veriyor ise tamam ama ne zararı var Türk Bayrağının orada durmasında?

P. Memuru : Bunu buradan çıkaracaksın! -Beyefendi üslubun biraz ağır, lütfen sakinleş.
P. Memuru : Benle adam gibi konuş, dikleşme, duygu sömürüsü yapma! Bu kırmızı renkli yapıştırmayı ya sökersin ya arabayı bağlarım!

-Beyefendi tehditkar konuşmayın. Bakınız bu bayrak için arabamı bağlatmayı bırak, arabanı yakarım desen bana korku vermez ! Eğer bağlatmayı düşünüyorsan buyur bağlat. Bu sırada yanımıza yaklaşan bir arkadaş: Ağabey bunlar kafaya taktı gel bu bayrağı buradan çıkar. -Gardaş cidden ben bunu yapamam sökersen buyur sen sök. Arkadaş :

-Abi bende sökemem deyip uzaklaştı. Söktüremeyeceğini anlayan polis memuru cep telefonu ile bir yerleri aramaya başladı. 10-15 dk sonra omzunda 2 yıldız olan bir komiser bey yanımıza geldi. Komiser:

-Olay ne hayırdır ? P. Memuru :

-Plakadaki kırmızı renkli yapıştırmayı çıkartmıyor. Komiser :

-Ben çıkarırım sen cezanı yazmaya başla. -Beyefendi o Türk Bayrağı neden rahatsızlık verdi ? Bakınız bir saati geçti bu olayın peşindesiniz. Bu olay sizin için bu kadar mı önemli ?

Komiser :

-Genelge var. Biz bunları böyle yapmakla mükellefiz. -Peki genelgenizin maddesini bana yazacağınız ceza tutanağına belirtecek misiniz ? Komiser :

-Tabii belirteceğiz, dedi ve ceza tutanağını yazmaya başladılar. Ceza yazılırken komiser bey plakalardan Türk Bayrağını çıkarmaya başladı. Çıkarırken de 'bunu sökmek çok kolaymış yahu' dedi.

Ceza tutanağı sıra no: 571452 Bu sıra no'lu tutanağı kendilerinden aldıktan sonra -Komiserim, sayın memur bey (ikisine birden); şimdi bu tutanakta verilen ceza 23. maddeden doğru mu ? Komiser;

-Evet 23. madde.. -Peki bu 23. maddenin açılımı plakalarında Türk Bayrağı olan araçlara bu maddeden mi ceza kesilecek genelge bu mu? (ikisi birden) -Evet bu maddeden ceza kesilecek.

-Efendiler tekrar soruyorum bu 23. madde bunu mu diyor? (İkisi birden):

-Evet bu madde bunu diyor. Üçüncü kez sordum. Cevap aynı. Tamam deyip, kendimi tanıttım.

-Beyefendiler ben MHP Osmaniye ili Toprakkale ilçe teşkilat başkanıyım. İsmim Tamer MAK. Bunu bir not alın. P. Memuru:

- Kim olursan ol. -Beyefendi benim size kendimi tanıtmamın sebebi ben bu olayın üstüne gideceğim sizlerinde adını vereceğim. Gerekirse basına vereceğim. Memleket nerden nereye gidiyor, bunu Türk vatandaşıyla paylaşacağım. Sizce bir mahsuru var mı efendim?

Komiser; - (Üslup kibarca) Beyefendi gazeteye de verseniz olur, mahkemeye de verseniz olur. Vallahi bu sıkıntıdan bizi de kurtarmış olursunuz.

P.Memuru: -Beyefendi siz bu bayrağı plakadan çıkarsaydınız (kırmızı renkli yapıştırma bayrak oldu) ben size ceza kesmeyecektim. Bu cezayı da 15 gün içerisinde yatırırsanız %25 düşük ödeme avantajınız da var.

Komiser, - Beyefendi inan bu cezayı yazmak bizimde zorumuza gidiyor. Ama her taraf kamera bu cezayı yazmak zorunda kaldık. Teşekkür edip ayrıldım. Hemen cep telefonumla Adana-Ceyhan-Osmaniye ilinde görev yapan polis memuru arkadaşlarımı arayarak, durumu arz edip 23. maddenin açılımını rica ettim. Bana dedikleri 23. madde açılımı :

"Aracın ruhsatında trafik sigortasında eksiklik var ise araçta evrak eksikliği var ise bu maddeden ceza kesilir."

Gelelim plaka üzerindeki bayrak olayına. Evet bu kanun birimlere 1 hafta 10 gün olmuş geleli.

Gelen genelge 'araç plakaları üzerinde kırmızı renkli veya amblemli şekiller var ise, derhal araç sahibi tarafından çıkarılmasına yoksa gereğinin yapılmasına' yönelik. Polis arkadaşlar ceza maddesi olmadığı için ceza kesemediklerini plakadaki işaretleri söktürme yoluna gittiklerinin ifadesini verdiler.

Ey Türk halkı. Ben bunu yaşadım. Bu bayrak ki, canını gözünü kırpmadan veren insanlardan oluşan bu bayrak kimleri rahatsız etti de bu hallere düşürüldü?

Evet cezası ellibeş YTL. Ben bu parayı ödedim daha da herhalde ödemeye devam edeceğim...

Uyan be Türkiye'm uyan! Nerden nereye geldik, daha nerelere gideceğiz... Allahım sen bizi Koru bizi yönetenler kime ve kimlere hizmet ediyor acaba?


Evet, sevgili okurlar. Bu olayı yaşamayı bırakın, duymak, öğrenmek bile bizi kahretmeye yetiyor... Ya sizi? Ya bunu yapanları ve yaptıranları?..

10 Ağustos 2008 Pazar

Alparslan Türkeş'i Anlamak

İNSANLAR doğar, büyür ve ölürler. Ancak bazı insanlar vardır ki, doğar, büyür ama asla ölmezler.

Hayata veda etseler de, insanlara yol gösteren eserleri ile milyonların kalbinde yaşarlar.

Her zaman "Tam bağımsızlık" fikrinin şiar edinilmesini vasiyet eden Alpaslan Türkeş gibi...

Türk milliyetçiliği düşüncesinin merkezine yerleştirmiş yüksek ahlak ve maneviyatı ile ömrünü Türk milletine adamış olan merhum Alpaslan Türkeş, ülkemizin yetiştirdiği yegane devlet adamlarından biridir.

Hayatta olduğu süre içerisinde bütün varlığını Türk - İslam davasına adayan Alparslan Türkeş'in sistemleştirdiği ve aksiyon haline getirdiği fikirler, bugün sadece Türk milletinin değil, başta İslam ülkeleri olmak üzere emperyalizmin tehdidi altındaki bütün mazlum milletlerin kurtuluş mücadelesindeki yoluna ışık tutmaktadır.

Oysa gelin görün ki, kamuoyuna "Ergenekon" diye yansıtılan "Ümraniye" soruşturmasının içine "Alparslan Türkeş" adının karıştırılması son derece manidardır.

Türkeş ailesinin sitemi

Dün merhum Alpaslan Türkeş'in oğlu MHP Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş ile konuştum. Tuğrul Bey'e, "Babanızın adı Ergenekon soruşturmasının içine sokuşturulmuş, ne düşünüyorsunuz" diye sordum.

Son derece seviyesiz ve mesnetsiz bulduğu bu iddiaları ciddiye almadığını söyleyen Tuğrul Bey, "Bunlar Türk milliyetçiliğini zedelemeye yönelik bir saldırıdır. Türkiye'de millici diye adlandırılan kişi, kurum ve kuruluşlara yönelik yıpratma politikasına dönüştürülen bu soruşturma, gizli tanığının bile adını gizleyememişken, bu iddialardan nasıl bir ciddiyet bekleyebiliriz. İslami ve Türk geleneklerimizde, 'ölülerle uğraşılmaz, onlar arkalarından hayırla yâd edilir' diye bir inanç vardır. İçinde Allah korkusu olan herkeste böyle davranmalıdır" dedi.

"Başbuğ Türkeş'i anlatabilmek için önce onu anlamak gerekir" diyen Tuğrul Türkeş, "Babamı anlamak isteyenler lütfen babamın nasihati olan şu sözleri birkez daha dikkatle okusunlar" diyerek Başbuğ Türkeş'in şu sözlerini aktardı:

"Ben Türk milletini; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen - çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir."

Ümraniye soruşturmasında Türk milliyetçilerinin efsanevi lideri merhum Türkeş'in isminin zikredilmesi üzerine düşüncelerini öğrenebilmek için Tuğrul Türkeş'ten sonra Alparslan Türkeş'in eşi Seval Türkeş'i aradım. Seval Hanım, Alparslan Türkeş'in her şeyini meşruiyet çizgisinde yürütmüş bir lider olduğunu söyleyerek başladı konuşmasına. "Türkeş'in en büyük özelliği, Türk milletinin âli menfaatlerini en ön planda tutması ve siyasi aksiyonunu Atatürk'ün gösterdiği yolda yürütmeye çalışmasıdır" diyen Seval Hanım, iddialar karşısındaki üzüntüsünü ise şu cümlelerle ifade etti:

"Ne olduğu belli olmayan ve kamuoyuna negatif imaj ve mesaj veren Ümraniye soruşturmasında Türkeş'in adının zikredilmesi beni, ailemi ve Türkeş'i sevenleri çok üzmüştür."

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın Anıtkabir'i ziyaret etmemesini detay olarak gören Bakanların olduğu ülkemizde sanıyorum Başbuğ Türkeş'in adını birilerinin Ergenekon soruşturmasına karıştırması son derece doğal görülebilir.

Hey gidi Türklüğün Türkiye'si hey!

Metin Özkan / Tercüman

8 Ağustos 2008 Cuma

Erciyes'te Bombalar Patlayacaktı

Geçtiğimiz günlerde Erciyes Kurultayı iptal edilmiş, MHP ve Genel Başkanımız Sayın Bahçeli'ye muhalif olanlar hemen bunun üzerinden pay çıkarmaya çalışmışlardı. Sayın başkanın haklılığı ortaya son olaylarla çıkmış bulunuyor.
Etikhaber sitesindeki "PKK militanlarından ülkücülere hain pusu!" başlıklı haber bunu gözler önüne sermek için en iyi örnek olsa gerek:

Bahçeli, büyük tartışmalara ve tepkilere yol açan iptal kararını eleştirenlere, "Güngören'e baksınlar" sözleriyle yanıt verdi.

Bahçeli, bu konuda Ortadoğu Gazetesi Yazarı ve Ankara Temsilcisi Orhan Karataş'a, "Kaos ortamının hain emelleri olanların işlerini kolaylaştırdığını" belirterek, şunları söyledi:

"Bu tür toplantılar her türlü provokasyonlara açık toplantılar. Bu provokasyonlar çok çeşitli olabilir. Aldığımız duyumlar var. Bunların bir kısmı doğru çıkmıştır. Güngören'in niçin seçildiğini iyi anlamak gerekiyor. En küçük bir kıvılcımın, ne tür sonuçlar doğuracağını önceden kestiremezsiniz. Geçmişte yaşadıklarımızı unutmadık. Kurultayın yapılmamasını eleştirenlerin, bunun üzerinden siyaset yapmaya çalışanların gerçek niyetlerini çok iyi biliyoruz. Bu oyunlara gelmeyeceğiz. Erciyes'in niye iptal edildiğini soranlar, dönsün Güngören'e baksınlar. "


Aynı şahısları şimdi de görmek, dinlemek isteriz...

ŞEYH EDEBALİ 'NİN OSMAN BEY ‘E NASİHATI

Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”

Allah yardımcın olsun

1 Ağustos 2008 Cuma

Aldatmak Yok, Anlatmaya devam!

MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli ve kurmay kadrosu Türkiye'yi gezmeye devam ediyor.

Türkiye'nin ve MHP'nin kırmızı çizgilerini anlatıp, vatandaşın bu konularda uyanık kalmasını sağlayacak olan Bahçeli, il il dolaşarak "Vatandaşı aldatmaya son, gerçekleri anlatmaya devam" diyecek.

Bugün Trabzon, Gümüşhane, Artvin, Rize, Bayburt, Erzurum ve Erzincan'a gidecek olan Bahçeli 4 günde 7 il dolaşacak.

Ülkenin önünün tıkanmaması için, MHP'nin Meclis çalışmalarında hangi kararlara neden "evet" dediğini vatandaşa tüm detayları ile anlatacak olan Dr. Devlet Bahçeli, "MHP ülkesine ve milletine zarar getirecek hiçbir karara evet demedi, demeyecek de..." diyerek, her adımı vatanı ve vatandaşı için attığını söyleyecek.

MHP'nin neyi neden yaptığını anlamadan, "MHP, AKP'nin koltuk değneği oldu" benzetmesi yaparak kamuoyunu yanıltmaya çalışan yazar çizer takımına da, "MHP ne AKP'nin, ne de başka bir partinin koltuk değneği olamaz. MHP sadece yüce Türk milletine koltuk değneği olur " mesajı verecek.

"Vatandaş, ekonomik bunalımın tahribatını daha derinden hissetmeye başladığı bir süreci yaşamaktadır" diyen Dr. Devlet Bahçeli, iktidarın ürettiği çözümsüzlüğe bazı muhalefet partilerinin de katkı sağlayarak tam bir kaos ortamı yaratıldığını anlatacak.

"Küresel güçlerin figüranı AKP zihniyeti ve Cumhuriyetin bekçiliğine soyunan ana muhalefetin tavrının vatandaşı huzura, esenliğe ve güvene hasret bıraktığını" vurgulayacak olan MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli, "Türkiye'yi gerip bunu siyasi ranta dönüştürmek kimseye kalıcı ve muteber bir kazanç sağlamaz" diyecek.

AKP ve CHP'ye çağrı

Vatandaşa doğruları anlatmak için yollara düşen Bahçeli, AKP ve CHP'ye , çatışma ve kavga üzerine kurulmuş gerginlik stratejilerini gözden geçirmeleri, rejim ve demokrasi ortak paydası üzerinde buluşacakları bir diyalog sürecini başlatmaları çağrısında bulunacak.

MHP Lideri Bahçeli, "aldatmak yok, anlatmaya devam" sloganıyla çıktığı Anadolu yollarında, vatandaşa "şimdiki Türkiye" nin portresini çizecek.

AKP yetkililerini, dış baskı ve müdahaleyi meşru hale getirmek için Türkiye'nin onuru ve haysiyetini ayaklar altına almakta bir beis görmemekle itham eden Bahçeli'nin şu mesajları vermesi bekleniyor:

# "Hükümet ve devletin temel kurumları bildirilerle birbiriyle tartışmaya başlamış, siyaset kurumuna olan güven giderek sarsılmıştır."

# " Vatandaşların can ve mal emniyeti kaybolmuş, insanların özel hayatlarının izlendiğine dair kaygıları artmış ve toplumun çeşitli kesimleri yaşanan buhranın yarattığı ortamdan dolayı birbirine olan güvenini kaybetmiştir."

# "Bölücülük faaliyetleri, bu karanlık içinde kendisine yeni yaşama alanları bularak sinsice ilerlemiştir."

# "Avrupa iç işlerimize karışmak için her gün iktidar eliyle yeni fırsatlar yakalamıştır."

# "AKP'nin iş, aş ve üretimden uzak ekonomi anlayışının neden olduğu sancılar, toplumun her kesimince yakından hissedilmeye başlanmıştır."

# "Giderek artan enflasyon, büyüyen cari açık, dış borçlar ve ithalat-ihracat dengesizliğinin sarsıntıları artık evlere ve mutfaklara kadar girmiştir."

# "Yaşanan yokluk ve yoksulluk artık yamama tedbirlerle ve evlere dağıtılan kömürlerle örtülemeyecek boyutlara yükselmiş, dar gelirlimiz, emeklimiz, işçimiz, memurumuz, köylümüz ve çiftçimiz açlık ve çaresizlikle yüz yüze gelmiştir."

Metin Özkan / Tercüman

29 Temmuz 2008 Salı

Milliyetçilik

Milliyetçilik onların zannettiği gibi sadece demir dövme, poşu bağlama değildir.
Milliyetçilik, milletine kara sevda ile bağlanmaktır.
Milliyetçilik, binlerce yıllık mirası yüreklerde taşımaktır.
Milliyetçilik, yok olduğu sanılan bir coğrafyadan yeniden doğmaktır.
Ve ihtiyaç olduğunda da ölüm karşısında imtihan olmaktır.
Milliyetçilik, Orta Asya bozkırlarına kadar uzanan ulu bir çınardır,
Milliyetçilik, Mete'dir, Selçuk Bey'dir, Yavuz'dur, Atatürk'tür.
Sabırdır, çiledir, inançtır, çelikten bir yürektir.
Milliyetçilik, Ziya Gökalp'tir, Atsız'dır, Türkeş'tir.
Nene Hatun, Antepli Şahin, Sütçü İmam'dır,
Milliyetçilik, Köroğlu'dur, Pir Sultan'dır, Baki'dir.
Yesevi'dir, Yunus'tur, Hacı Bektaş'tır.
Milliyetçilik Malazgirt'tir, Mohaç'tır, Sakarya'dır,
Osman Beydir, Yıldırımdır, Fatih'tir.
Milliyetçilik, gurbetteki Çolpan'dır, Vahapzade'dir,
Milliyetçilik, semahtır, halaydır, horondur, bardır,
Zeybektir, Seymendir, Yiğit Dadaştır.

[Alıntı]

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Devlet Bahçeli'den Teröre Lanet

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin İstanbul'da meydana gelen terör olayları hakkında yapmış oldukları yazılı basın açıklamasında şunlar ifade edildi.

İstanbul Güngören'de meydana gelen, 16 vatandaşımızın ölümü ve 150'nin üzerinde vatandaşımızın yaralanmasına neden olan kanlı terör saldırısı aziz milletimizi derinden üzmüş ve yaralamıştır.

Özellikle son haftalar içerisinde güvenlik güçlerimiz ve vatandaşlarımızın kaybı ile sonuçlanan terör eylemlerinde görülen artış, ülkemizin önümüzdeki süreçteki sorunlarının daha da artacağını işaret etmektedir.

Yaşamakta olduğumuz siyasal gelişmeler ile bunların neden olduğu güvensizlik ortamının terörden beslenen odakları harekete geçirebileceği, toplumda kaygı ve korku uyandırmak için uygun zemin arandığı anlaşılmaktadır.

Türk milletinin birliğine ve huzuruna yönelmiş olan terörle mücadele siyasal hesapların üstünde tutulması gereken milli görevdir. Bu konuda herkes sorumluluğunun bilinci içinde olmalı ve bunun gereklerini bütün icaplarıyla yerine getirmelidir.

Hükümet tedbirleri artırmalı, mücadele zafiyeti göstermeden terörün üzerine kararlılıkla gitmeli; siyaset kutuplaştırıcı ve gerginliği artıran beyan ve tahriklerden uzak durmalı; medya ise terörün amacına hizmet edecek yorum, haber ve görüntülerden mutlaka kaçınmalıdır.

Demokrasi dışı arayışların terör eylemlerinin yarattığı bunalım ve gerilimlerden beslendiği düşünülürse, siyaset kurumunu toplumu yatıştıran, birlik ve beraberliğe çağıran bir tutum izlemesi yaşadığımız bunalımın daha da derinleşmesini önleyecek en önemli görev olacaktır.

Yıllardır yaşadığımız tecrübelerin ışığında terörle bir sonuç alınmasının mümkün olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu itibarla toplumda endişe uyandırmaya ve milletimizi öfkelendirmeye yönelik bu alçakça ve sinsi saldırıyı lanetliyorum.

Hükümeti bir önce aydınlanacak şekilde olayın üzerine kararlılıkla gitmeye ve tedbirler almaya çağırıyor, Cenab-ı Allah'tan son terör olaylarında şehit olan güvenlik güçlerimize, hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum.

etikhaber.com

25 Temmuz 2008 Cuma

Vatan Evladına Son Nasihat; YA GAZİ OL YA ŞEHİT..!

Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi. Bulutlar birbiri üzerine yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken insanlar gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı. Karanlık o kadar yoğun idi ki sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle adeta gündüz sayılabilirdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği tabii ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu.

Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi arasında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, bütün intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu. Bilecik İstasyonu’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti.

İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı. Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi.

Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerin aydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu.

Abdulkadir yaklaştı:

- Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı:

- Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim.

- Oğlun kimdir, nerelidir?

- Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin...

- Çağırayım mı, görmek istiyor musun?

- Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim.

Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses:

- Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den.

- Gel oğlum, seni anan görmek istiyor.

Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki:

- Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi.

Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:

- Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi?

- Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim.

- Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu?

- Köyümüz bütün erkek dolu.

Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:
Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu.

Harp Mecmuası Sayı: 17, s. 267, 269

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Ülkü, Ülkücü, Ülkücülük, Ülkücü Hareket

Ulkudasim.net sitesinden çok güzel bir alıntı. Böylesi güzel bir yazıyı muhakkak okuyun gönüldaşlar!

ÜLKÜ,İnsanların yönünü tayin etmesini sağlayan bir kavuzdur.
ÜLKÜ,İnsanın kendi milleti için yada bütün insanlık için ulaşmasını arzu ettiği son ve kutsal bir hedeftir.
ÜLKÜ,idealizmdir.
ÜLKÜ,Türklüğün kutlu yoludur.
ÜLKÜCÜ,”Ben” değil,”Biz” diyebilendir.
ÜLKÜCÜ,Azimli,iradeli,hedefi belli,sabırlı ve tahammülü son raddeye kadar kullanmayı bilen,disiplinli,fedakar,faziletli,dürüst, bilgili,çalışkan ve donanımlı olan insan demektir.
ÜLKÜCÜ,Allah’ın (C.C) adını yaymayı ve Allah’ın (C.C) iradesi yönünde,insanlara saadet kapılarını açan bir nizam verme vaadinde olan ve hedefi Allah(C.C) Rızası olandır.
ÜLKÜCÜ,Kulağı Ezan sesinde ,alnı secdede,hedefi başbuğunun gösterdiği hedefte,kalbi liderinin yanında ve emrinde olandır.
ÜLKÜCÜ,yeni bir medeniyetin başlatıcısı,sahibi ve sembolü olandır.
ÜLKÜCÜ,Mevki,şan,şöhret veya macera için yola çıkmış bir insan değil,Milli değerleri korumayı vazife bilmiş ve “Yaradanı severiz Yaradandan ötürü” düsturunu benimsemiş alan bir insandır.
ÜLKÜCÜ,kötülüğü gören,eliyle önlemeye çalışandır.gücü yetmiyorsa diliyle mani olan,o da olmuyorsa kalbiyle buğz edendir.
ÜLKÜCÜ,inancını bilen,yaşayan ve yaşatandır.
ÜLKÜCÜ,Alptir,Erendir ve Alperendir.Alp’tir, çünkü,Türk kahramanlığını iyi bilendir.Erendir,çünkü inançlıdır ve İslam’a olan bağlılığı tamdır.Alp ve Eren yani Alperendir
ÜLKÜCÜ,Hz.Muhammed (S.A.V)’i ve onun yolunda yürüyen “Altın Kadro”yu kendine örnek alandır.
ÜLKÜCÜ,Bedeni Türklük,Ruhu İslamiyet olan dava adamıdır..
ÜLKÜCÜ,Uğruna canını vatanı için verebilendir.
ÜLKÜCÜ,Türk Milletini en kısa zamanda muhtaç olduğu çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmaya çalışandır.
ÜLKÜCÜ,Türklüğü yüceltmek ve güçlü kılmak için çalışandır.
ÜLKÜCÜ,Aleme Nizam verme Ülküsü için mücadele verendir.
ÜLKÜCÜ,İlay-ı Kelimetullahı ve Ferdi anlamda Allah (C.C) Rızasını kazanmayı kendine hedef seçmiş dava adamıdır..
ÜLKÜCÜ,Türk – İslam medeniyetini altın ufuklara doğru yüceltme,çağın ve gelecek çağların sırtına mührü vurmaya yemin edendir.
ÜLKÜCÜ,Güçlü Türkiye’yi kurma,Türk birliği,Turan’a ulaşmayı kendine ilke edinendir.
ÜLKÜCÜ,Oğuz hanları,Çiçileri,İşparaları,Bumin Kağanları,AlperTungaları,Kültiginleri,,Bilge Kağanları, Saltuk Buğra Hanları Alparslanları,Selçuk beyleri,Ahmet Yesevileri,Hacı Bektaşı Velileri,Fatihleri,Yavuzları,Atatürkleri,Türkeşleri seven ve yolundan gidendir.
ÜLKÜCÜ,Ne Mutlu Türküm Diyene! diyebilendir.
ÜLKÜCÜ, Engin sabırlı, ve üzerine aldığı her işi en iyi biçimde yapandır.
ÜLKÜCÜ, Açık yürekli, içi-dışı bir; içten pazarlıksız; samimi ve güvenilir insandır.
ÜLKÜCÜ, Hiçbir işi oluruna bırakmayan, olacakları önceden görüp tedbirini ona göre alan, eski tedbirlerle teşebbüse geçmeyen, yapacağı işleri inceden inceye düşünen ve kendisini de buna hazırlayandır.
ÜLKÜCÜ, Dürüst ve çalışkan , paranın pulun, makam ve mevkiin, şöhret ve saltanatın...tesirinde kalmayan, sakin ve dikkatli , laubalilikle samimiyet arasındaki farkı yüreği ve beyniyle ayırabilen insandır.
ÜLKÜCÜ, Saf, temiz, güler yüzlü, temkinli, dirayetli, liyakatli, feragatli, gözü kara, namuslu, yardımsever ve açık sözlü biridir.
ÜLKÜCÜ, Olgun, sorumluluk sahibi, kendisinden emin, yerli-yersiz konuşmayan, boş işlerle uğraşmayan; ilkeli, geniş bilgili ve ilgili bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Temiz fikirli, iyi niyetli, içi kadar dışı -dışı kadar içi temiz ve bakımlı, giyim ve kuşamına son derece dikkat eden biridir.
ÜLKÜCÜ, Yalanla tanışıklığı olmayan, gururlu olmadan vakurlu olmayı, zillete düşmeden mütevazı olmayı başarabilen, dostluğun , vefanın ve cesaretin timsali bir insandır..
ÜLKÜCÜ, Yardımsever, dürüst, açık sözlü, keskin zekalı, mantığı sağlam vicdanı temiz biridir.
ÜLKÜCÜ, Sakin tavırlı, tutarlı, nerede nasıl konuşacağını ve davranacağını bilen, özü sözü bir kahraman ruhlu bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Sıcak, canlı, ağır başlı, güler yüzlü, düzenli, edepli, terbiyeli, uyumlu, palanlı, vefalı, saygılı, . beyefendi, kibar, nazik, arkadaş canlısı, karşılıksız seven ve paylaşabilen, insan gibi insandır.
ÜLKÜCÜ, Anlamayı, dinlemeyi, konuşmayı, ve insana saygıyı iyi bilen, ciddi kişilik sahibidir.
ÜLKÜCÜ, Vatanını, milletini, din ve devletini canından çok seven ve tarih şuuruna sahip, geleceğe vakıf, bildiğinden şaşmayan, başkalarının değil; kendi doğrularına göre hareket eden bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Kendine ve ”benim” dediklerine yapılmasını istemediği bir şeyi, hiçbir insana(ve hatta hiçbir canlıya)yapmayan bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve faziletini kendisine hayat felsefesi edinen insandır.
ÜLKÜCÜ, katıksız bir Türk Milliyetçisi, İslâm'ın emir ve yasaklarını hayat tarzı haline getirmiş örnek bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Allah için seven, Allah için buğz eden, Allah için savaşan, Allah'ın rızasına koşan alp erendir.
ÜLKÜCÜ, Yaptığı her işte Allah rızâsını gözeten bir iman âbidesidir.
ÜLKÜCÜ, Dünyanın neresinde bir Türk yaşarsa onun derdiyle dertlenip, sevinciyle sevinen insandır.
ÜLKÜCÜ, "Büyük Turan" idealine inanan, uluslararası ilişkilerini bu ülkü doğrultusunda düzenleyen insandır.
ÜLKÜCÜ, Devletine ölümüne bağlı, ancak hayat felsefesini yansıtmayan düzene karşı bir insandır.
ÜLKÜCÜ, Haksızlığa, uğursuzluğa ve zulme boyun eğmeyen insandır. Zalimleri düşmanı, mazlumların dostudur.
ÜLKÜCÜ, Boyun eğmeyi zûl sayan, dik durmayı hayat felsefesi haline getiren insandır.
ÜLKÜCÜ, Günlük siyasetin içinde boğulmayan, gelecek yıllara yön verebilecek stratejik akla sahip insandır.
ÜLKÜCÜ, Ülküdaşı için ölümü göze alan, ahde vefayı hayat tarzı haline getiren insandır.
ÜLKÜCÜ, "Sen ben yok, biz varız" düsturuyla hareket eden, fitne, fesat ve hizipçilikten uzak duran insandır.
ÜLKÜCÜ, Korkaklardan ve korkaklığın her türlüsünden uzak duran cesur insandır.
ÜLKÜCÜ, Nemelâzımcı değildir, vatanının, milletinin ve devletinin her türlü meselesini kendi meselesi sayar.
ÜLKÜCÜ, Mesleğinde en iyisi olmayı hedefleyen, ancak makam sahibi olduğu zaman milletini ezmeyen insandır.
ÜLKÜCÜ, Anne, baba ve aile büyüklerine saygılı, her fırsatta onların gönlünü alan, hizmetine koşan insandır.
ÜLKÜCÜ, Eşini Cenab-ı Allah'ın bir emaneti olarak gören, sâdık bir eş, müşfik bir aile reisi ve annedir.
ÜLKÜCÜ, Çocuklarına en iyi sahip çıkan, onları hayırlı evlatlar olarak Türk Milletinin hizmetine sunan kişidir.
ÜLKÜCÜ, Öğrenmekten bıkmayan, öğrenmek için sürekli okuyan, araştıran kişidir.
ÜLKÜCÜ, Zamanın kavramlarına ideolojisine uygun yaklaşımlar gösterebilen, ürettiği proje ve yaklaşımlarını ülküdaşlarıyla paylaşarak stratejik akıl oluşturan kişidir.
ÜLKÜCÜ, Gündemin gerisinde kalmak yerine, gündem oluşturabilen kişidir.
ÜLKÜCÜ,Daima gerçekçidir ve maceradan uzak durandır.
ÜLKÜCÜ,Örnek kişiliği ile insanlara örnek olan, onlara doğru liderlik yapabilen bir kişidir.
ÜLKÜCÜ,Türk adı taşıyan herkesi ilgi dairesinde tutandır.
ÜLKÜCÜ, Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmayı hedefleyen; mutlu, müreffeh hale getirme; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturma hedefinde olandır.
ÜLKÜCÜ,katıksız Türk Milliyetçisidir
ÜLKÜCÜ,Milliyetçi Hareket Partisine gönül vermiş ve bunun dışında siyasi bir arayı içinde olmayan ve başka siyasi çatılarda bu davanın yapılamayacağına inan ve uygulayandır.
ÜLKÜCÜ,Peygamber efendimizde anlamını bulan sıfatla ”MAHMUD-ÜL EMİN” dir.Yani kendisinden emin olunan insandır.
ÜLKÜCÜLÜK,ALLAH’ a (CC),RESUL’ lüne (S.A.V) ve MİLLET’ ine hizmet etmektir.
ÜLKÜCÜLÜK,İnsan şahsiyetinde yüce bir çizgidir.
ÜLKÜCÜLÜK,Öze dönüş,yani kendine dönüştür.
ÜLKÜCÜLÜK,Milli şuurun şahlanışı ve silkinişidir.
ÜLKÜCÜLÜK,Türk’e ve Türklüğe bağlanış ve Türklüğü yüceltmektir..
ÜLKÜCÜLÜK,Türk Milletini çağlar üstünden çağdaş medeniyetin en ön safına geçirme mücadelesidir.
ÜLKÜCÜLÜK,Türklüğün bağımsız ve hür olmasını istemek ve bu uğurda mücadele vermektir.
ÜLKÜCÜLÜK,Türk Milletinin kendi ayakları üzerinde durması için çalışmak ve bağımsızlığını asla tehlikeye düşürmeden,riske girmeden maceraya sürüklemeden yaşamasını temin etmesi için çalışmak ve mücadele vermektir.
ÜLKÜCÜLÜK,İlah-i Kelimetullah yolunda Cihana öncü bir Türkiye oluşturma sevdasının adıdır.
ÜLKÜCÜLÜK,sarsılmaz bir inman ile aşkl ve sevgi gücünün yardımıyla,doymaz bir hırs ve tamahla geçici dünya zevk ve nimetlerine dört elle sarılan nefsin,irsek ve arzularını kırarak,sonsuz ve mutlak olan tek Allah (C.C)’a şuurlu bir yöneliş iradesinin adıdır.
ÜLKÜCÜLÜK,Türk Milliyetçiliğinin özel adıdır.
ÜLKÜCÜLÜK, Secdedir.
ÜLKÜCÜLÜK, Ruküdür.
ÜLKÜCÜLÜK, Kırattır.
ÜLKÜCÜLÜK, Kıyamdır.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Lider,Doktrin ve Teşkilat görüşüne bağlı,Milliyetçiliğin doğası gereği demokrasiye ve Hukukun üstünlüğüne inanan ve insan haklarını savunan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Ülkücü Dünya görüşüne bağlı olanların teşekkül ettiği bir münevver hareketidir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,TÜRK-İSLAM Ülküsünü misyon edinmiş,İSLAM hayat nizamıdır diyen,hedefi takvada üstünlük sağlamayı hedef seçen ,HAKK’ın mücadelesini veren bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET, Devlet-i Ebed Müddet diyen harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,devletimizin,dinimizin ve milletimiz için var olan ve bu değerler için mücadele veren,TÜRK Milletinin insanlık aleminin en şerefli milleti olduğuna inanan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,TÜRK Birliği ve Turan’ı hedef edinmiş bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Türkiye’nin meseleleri hakkında tezleri ve görüşleri olan aksiyoner bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,TÜRK Milliyetçilerinin fikrini en tutarlı biçimde izah edebilmiş olan yegane kitle hareketidir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,asgari hedefleri TÜRK Milletinin güçlü olması,azami hedefleri Nizam-ı Alem ve İlay-I Kelimetullah olan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,TÜRKlük gurur şuuru ve İSLAM ahlak ve faziletiyle yaşayanların oluşturduğu bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET, TÜRK ırkı üstün ırktır diyen bir hareket değil,üstünlüğün takvada olduğuna inanan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,TÜRK Milletinin İSLAM olmasından memnun olan,İSLAM'a hizmet etmesi gerektiğine inanan ve ettiğine de inanan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,İSLAM ülkelerine karşı kin güden bir hareket değildir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Arap düşmanı değildir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,”Kanımız Aksada zafer İSLAM’ın “,”Ya ALLAH,Bismillah,ALLAH’ü Ekber”,”Tanrı dağı Kadar TÜRK,Hira dağı Kadar Müslüman”ım diyenlerin Hareketidir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Temel Metodu”Tedricen Tekamül” olan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Başörtüsüne Türban ve bez parçası diyen değil,ALLAH(C.C)’ın emridir diyen bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Kuran ve Peygamber dışında herşeyi tartışabilecek bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Milliyetçilik anlayışı Hoca Ahmed Yesevi’lerden,Hacı Bektaşi Veli’lerden,Yunus Emre’lerden,mevlana’dan süzüp gelen,insan sevgisini,insan muhabbetini,insan yüceliğini(Eşref-i Mahlukat) esas alan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Referansları KUR’AN, SÜNNET ve TÜRK Töresi olan bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,Bizlerin iman sahibi olmasını sağlamış bir harekettir.
ÜLKÜCÜ HAREKET,ALLAH(C.C)’ı Rab ve HZ.MUHAMMED (S.A.V)’i elçisi kabul eden gayesi insan sevgisine ve ALLAH(C.C) rızasını kazanmaya dayanan bir harekettir.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Sen şehid oldun Mehmedim!..Onlar geberecekler!!!

Mehmedim!

Biz seni asker ocağına ellerini kınalayıp yolladık Mehmedim…Biz seni ana kucağından baba ocağından, yarin hilal kaşından vatan toprağı daha azizdir deyip yolcu ettik Mehmedim!!!...Vatan aşkıyla pırıl pırıldı gözlerin geride bıraktıklarına el sallarken…Hiç sikayetin ve tereddütün yoktu peygamber ocağına giderken…

Bu önümde bayrak kefenli sen misin Mehmedim.Bu bayrağı başına çekip, silahını hala bırakmadan yatan sen misin?_

En büyük üzüntüm senin arkandan yada içinden kahpece vurulmandır Mehmedim…Zaten biz seni kurbanlık kuzu gibi kınalamıştık giderken…Vatan için ölmek de vardı kalmakta…

Sen sınır boylarında ve dağlarda olacak düşmanı toprağa koymayacaktın Mehmedim…

Nereden bilirdin ki düşmanın alçağı senin koruduğun toprakların içindeymiş hatta kocası dağda seni vurmak için çabalarken o devletinin kalbinde sözde vekilmiş!!!...Bu al bayrağa sarılıp yatan sen misin Mehmedim?...Korkumdan açıp bakamıyorum,utancımızdan eğilip bakamıyoruz.Ya gözlerin açıksa Mehmedim?...Sen soğukta kar kış demeden çatışırken ‘’Her şey Türkiye için’’…’’Beraber yürüdük biz bu yollarda’’…diyenler …oğullarını askerden kaçırıp gemilerde yatlarda çiftliklerde besliyorlar…buda yetmezmiş gibi sana yan gelip yatıyor diyor, Yirmi üç yıldan beri ; binlerce Mehmedimin ve kundaktaki bebeğinin katili olan kansızı besliyor,İmralıya neredeyse tatil köyü kuruyor,onada ‘sayın’ diye hitap ediyorlar…Ah Mehmedim gözlerin açık gittin can askerim…

Ya kalkıp dersen ki ; hani düşman dışarıdaydı, hani hain dağdaydı? ‘’Hani sınır boylarında dolaşacak düşmanı içeri sokmayacaktım…Hani dağlarıma yollarıma hakim olacak haini dağda çaresiz bırakacaktım? Peki beni vuran kim? Göksümdeki bu kahpe kurşun kimlerin parasıyla alındı? Beni vuran kalleş, benim canımı feda ettiğim topraklarda rahatça yiyor içiyor.Emri veren kalleş bir adada yan gelip şerefsizce yatıyor,besleniyor.Bu ada çok mu uzak? Türk devletinin gücü ancak bu kadarına mı yetiyor?_

Sana ne cevap veririm Mehmedim!...Sana ne derim…
Bak üstünde ay-yıldızlı bayrağın var…Kaç insana nasip olur böyle şanlı kefen?..Gideceğin yer bellidir gözlerin açık gitme…
Ama ya geride kalıp seni severken sana doyamayıp gidişini seyredenler? Ya da hiç gidişini umursamayanlar bile bir parça vicdan sahibiyseler,ölmelerine gerek yok…Her gece rüyalarında cehennemdeler…
Sana kurşun sıkan hain ve onu besleyen pislikler er yada geç pislik gibi ya ölecek ya ölecekler!!!

‘’Sen şehid oldun Mehmedim!..Onlar geberecekler!!!’’

(Can Karakulak)

20 Temmuz 2008 Pazar

Ozan Arif - Kör müsün?

Değerli ozanımız Ozan Arif'in bu şahane eserini tüm gönüldaşlarımıza tavsiye ederiz. (Site üzerinde dinlemek için yürütme düğmesine basınız)

boomp3.com

KÖRMÜSÜN

Ey Türkoğlu... Kendine gel kendine!
Devletini deliyorlar kör müsün?
Düşmeyelim şu Batı`nın fendine
Kırk elekten eliyorlar, kör müsün?

Batı hep böyledir, borç verir önden,
Vatan ister vatan, yurt ister senden.
İktisadî yönden, coğrafi yönden,
Kuşatmaya alıyorlar, kör müsün?


`Türkiye, Türklerden nasıl alınır?`
Hesabı yapanla dost mu olunur?
Hangi dağda hangi maden bulunur,
Bizden iyi biliyorlar, kör müsün?

Batılı diyor ki `şu kanun gerek`,
Biz de sanıyoruz bal ile börek.
`İnsan hakkı`, `demokrasi` diyerek,
Ne hainler buluyorlar, kör müsün?

Hain çünkü; bunlar almış doları,
Alınca Batı`ya vermiş yuları;
Bunlar şu AB`nin kadim kulları!
AB diye meliyorlar, kör müsün?

Bazınız belki der; `kim bunlar, nerde?`
Nerde deme nerde, bunlar her yerde;
Şehirde, kazada, hatta köylerde,
Akılları çeliyorlar, kör müsün?

Bunların içinde kim yok ki, oof, of!.
Kimisi medyatör, kimisi prof.
Seçtiklerin bile kof çıktılar kof,
Aynı telden çalıyorlar, kör müsün?

Son seçimde vebal attın boynundan,
Müslüman seçmiştin, emindin bundan!.
Bunun bile haç çıkıyor koynundan,
Frenk k..ı yalıyorlar, kör müsün?

İşte bu AB`ci aydın(!) zevatlar;
AB`yi överken göbeği çatlar!..
Pamuklar, yamuklar, bazı g...tlar,
Ermenici oluyorlar, kör müsün?

AB için her bağımız hiç artık,
Kan bağıymış, dil bağıymış geç artık,
Türkiye`de Türküm demek güç artık,
Türk adını siliyorlar, kör müsün?

AB ne yapıyor, bak vurup vurup?..
Mozaik diyorlar mermeri kırıp!..
Kürt`ü Türk`ten, Türk`ü Kürt`ten ayırıp,
Dilim dilim diliyorlar, kör müsün?..

Sonra Kürt`ün çocuğunu kandırıp,
`Hasan Sabbah` gibi tam inandırıp,
Büyütüp besleyip, silahlandırıp,
Üstümüze salıyorlar, kör müsün?

Bırak be milletim, gafleti bırak!
Aç gözünü artık, şu piçlere bak!
Vatanında bayrağını yırtarak,
Ay-Yıldız`ı yoluyorlar, kör müsün?

Açık artık felakete gittiğin,
Günden güne tükendiğin, bittiğin!
Davul zurna ile asker ettiğin,
Evlatların ölüyorlar, kör müsün?

Kör müsün diyorum, hiç kızma, affet;
Zıvanadan çıktım, nedir bu gaflet?
Savaş var karşında devlet yok devlet,
Sinsî sinsî geliyorlar, kör müsün?

Bakın `yankiler`le verip el ele,
Çakalken it oldu iki hergele!..
Talabani bile, Barzani bile,
Paçamıza dalıyorlar, kör müsün?

Zaten PKK`yı kuran da Batı,
Kurup arkasında duran da Batı,
Bizi sırtımızdan vuran da Batı!..
Ensemizde soluyorlar, kör müsün?

Bitsin artık `dostuz, mostuz` mavalı,
Gördük işte en dost olan düveli!
Başımıza kim geçirdi çuvalı?!..
Bir de kıs kıs gülüyorlar, kör müsün?

Vaşington, Brüksel, Strazburg, Roma,
Arif, bunlar dost mu olur adama?
Felaket tellalı değilim ama,
Türkiye`yi bölüyorlar, kör müsün?!..

18 Temmuz 2008 Cuma

ABD ve AB'nin Cicisi mi?

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat "AKP cici parti niye kapatılsın" demiş! Hiç "cici" tanımını bilmesek, Dengir'in bu sözüne nerdeyse içimiz ısınacak!

Türk milletine korkuluk olan, ABD, AB, Barzani, Talabani gibi güçlere "cici" olan AKP'nin bu şekilde millete sunulması bile traji-komik bir durumdur.

Ciciymiş! Neresi cici yada kim adına cicisiniz Dengir Mir Mehmet Fırat?

Cicinin birde birçok kelime manası var? AKP hangi manada cici, onu da tam izah etseydin,herşey daha net olurdu Sayın Dengir?

AKP'nin Türkiye adına iyi, hoş, güzel manada cici şeklinde anılmasına itirazım var ama bu millet gerçekleri görüp, AKP'den sandıkta hesap soracaksa, AKP'nin kapatılmasına bende karşıyım.

Yetimlerin, öksüzlerin ahı AKP'yi sandıkta felç etmelidir. En büyük arzum bu şekildedir. Hukuka saygı çerçevesinde, AKP hakkında çıkacak olan karara herkes saygı duymalıdır. Fakat millet kendi yetimlerinin, öksüzlerinin hakkını bunlardan teker teker sormalı ki, Türk siyasi hayatında ibretlik manzara oluşmalıdır.

Türk milletinin kimliğimle alay edenler, dinini sömürüp, Batı'nın kanlı ve sinsi emellerine hizmet edenler, milletin malını peşkeş çekip, yağmalayanlar millet iradesinden ders almalıdır.

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın "cici partisi AKP" hukuka hesap verdiği gibi, millete de hesap vermelidir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bu kadar aciz, basiretsiz, devletin tüm kurumlarını bu kadar yıpratan başka bir iktidar görünmemiştir.

ABD ve AB'nin "cici partisi AKP" Türkiye için altı yıl külfet olmuştur. Ciciliğini Türk milleti dışında herkese göstermiştir.

Makyajını çok güzel yapıp, halkın duygu ve düşüncelerini hortum gibi sömürerek adeta siyasi kene gibi Türk milletinin iradesine yapışan AKP'nin ciciliği hiçbir zaman Türk milleti adına olmadığı şimdi daha da iyi anlaşılmıştır.

Yağmur yağmış, kaos ve kriz fırtınası çıkmış AKP'nin gerçek yüzü ortaya çıkmıştır.

Halka bu kadar hakaret eden, halkın malını yağmalayan ve halka her manada zulüm eden AKP cici partiyse, korku imparatorluğu kuran bu AKP kim?

AKP milletvekilleri, geçtiğimiz gün gerçekleşen grup toplantılarında yakalarına "Bırakın da çalışalım" yazılı rozetler takarak katılmışlar.

Bu haberi okuduğum haber sitesi altına da bir okuyucu "Ne de olsa memleketin satılmamış üç beş tane ekonomik değeri vardır. Onları satsınlar. Memleketin topraklarını yabancılara pazarlasınlar, ülkemizin sularını AB'ye peşkeş çeksinler, Kıbrıs'ı Rumlara, Kerkük'ü Barzani'ye versinler. İran'ı vurmak için ABD ile işbirliği yapsınlar. Yurt dışı gezilerinde sürekli ülkeyi başkalarına şikâyet etsinler. Tabi bu arada bir kaç gemi, villa, ihale yapsınlar. Ağzımızdan din eksik olmasın, ama öncelikle Akdamar'a kilise Hatay'a Sinagog yapsınlar. Bırakalım da adamlar işlerini yapsınlar. Bizimkiler de bunlara dindar diye oy versinler." Şeklinde yorum yapmış!

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın "cici partisi AKP" şuurlu bir şekilde, toplumda yer edinen insanlar nazarında, böyle bir etiketi vardır.

Ne kadar cilalansa, ne kadar makyaj yapılsa da AKP'nin bu etiketten sıyrılması mümkün değildir. Bu etiket, AKP'yi siyasi ömrünün sonuna kadar takip edecektir.

AKP o kadar cici parti konumundadır ki, adeta Türkiye'nin her yanına "Dikkat AKP var" diye levha asılacak durumuna gelinmiştir.

Türkiye, AKP'nin kapatma davasının sonucu ile normalleşmelidir. Bu şekilde geçen her saniye, Türk milletine vurulmuş darbe olmaktadır. AKP kapatılmasa da, millet iradesi "ciciliğin" tarifini AKP'nin anlayacağı dilden göstermelidir.

"Ben milletin savcısıyım" diyen Recep Tayyip Erdoğan'a, gerçek savcılığın Türk milletinin menfaatlerinden yana olmak olduğunu, bu millet göstermelidir.

Recep Tayyip Erdoğan, bir an önce ABD, AB adına yaptığı avukatlığı ve milletin gerçek meseleleri karşısında AKP savcılığı yapmayı bırakmalıdır.

AKP, ne zaman Türk milletinin haklarını savunmaya başlarsa, işte o gün cici olabilir! Fakat bu mümkün mü Sayın Dengir?

Kuruluş felsefeniz, kadronuzun yapısı ve zihniyeti buna müsaade eder mi? ABD ve AB'nin cicisi olmak size daha çok yakışıyor bizce Duruşunuzu hiç bozmayın! Durmak yok, yola devam!

Yıldıray ÇİÇEK/Ortadoğu

15 Temmuz 2008 Salı

MUSTAFA YILDIZDOĞAN KONSER PROGRAMI

Bilecik-Bozüyük
19.07.2008 - Cumartesi

Eskisehir-Kirka
20.07.2008 - Pazar

Konya-Bozkir-Hamzalar
26.07.2008 - Cumartesi

Burdur-Çaldir-Sögüt
26.07.2008 - Cumartesi

Konya-Bozkir-Hisarlik
27.07.2008 - Pazar

Mersin-Kargipinari
15.08.2008 - Cuma

Mersin-Ayvagedigi
16.08.2008 - Cumartesi

SANATCIMIZIN KONSER TARİHLERİ YUKARIDA BELİRTİLDİĞİ GİBİDİR.
AYRINTILI BİLGİ www.yildizdogan.com adresinde bulunabilir.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Dünyaya Vurulması Gereken Mühür!!!‏




Millet Partisi kurucusu rahmetli Osman BÖLÜKBAŞI(Ankara MHP milletvekilimiz Deniz Bölükbaşı'nın babası) ile MERHUM BAŞBUĞUMUZ BİLGE LİDER BAŞBUĞ TÜRKEŞ Kırşehir'de(Bölükbaşı'nın memleketi) karşılaşırlar ve aralarında şu konuşma geçer;

Bölükbaşı- Yahu Türkeş siz bir işaret yapıyorsunuz, kurda benziyor. Onu anladık da, benim bildiğim sen Türkeş o işarete bir mana yüklemişsindir.

Türkeş- Elbette ağabey(yaşça büyüktür Bölükbaşı)

Bölükbaşı- Peki nedir?

Türkeş(bir eliyle bozkurt işareti yapar, diğer elinin baş parmağıyla işaret edek tarif eder)- Bak ağabey, şu serçe parmak Türk'tür, şu işaret parmağı da İslâm'dır. Şu Bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır(dünyadır). Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise MÜHÜRDÜR. Yani ağabey işaret ederek gösterir isek, şu çıkar:


TÜRK İSLAM MÜHRÜNÜ DÜNYAYA VURACAĞIZ...

24 Haziran 2008 Salı

Cengiz AYTMATOV'u Anma Gününe Davet

Türk Dil Tarih Kültür Birliği

Pazar, 22 Haziran 2008

Türk Dünyasının büyük edebiyatçı ve düşünürü Cengiz Aytmatov’un Hakkın rahmetine kavuşması münasebetiyle düzenleyeceğimiz anma gününe teşrifleriniz bizi onurlandıracaktır.

Doğu Türkistan Göçmenler Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Ahmet TÜRKÖZ

PROGRAM:
· Cengiz Aytmatov ve Türk Dünyası Şehitleri icin Mevlit
Z. Burnu Emine İnanç Camii - İkindi Namazını Müteakip

PANEL:
OTURUM BAŞKANI: Prof. Dr. Mahmut KAŞGARLI
· Doç. Dr. Orhan SÖYLEMEZ – Marmara Üni.
“Aytmatov’un Romanlarına Bir Bakış”

· Servet KABAKLI – Gazeteci, Yazar
“Aytmatov’un Türkiye’ye Son Ziyareti: Elazığ"

Tarih : 26 Haziran Perşembe
Saat : 17.00 – 20.00
Yer : Doğu Türkistan Göçmenler Derneği
Abdulkebir Akyol Konferans Salonu

19 Haziran 2008 Perşembe

HAREKET SAATİ KÜRŞAT - SEVDAMIN ŞİİRLERİ (İNDİR)



Değerli ülküdaşımız Hareket Saati Kürşat'ın Sevdamın Şiirleri adlı mükemmel albümü çıktı. Albüm ücretsiz indirilebiliyor. Bütün ülküdaşlarımızın dinlemesi gereken bir eser. Tavsiyemizdir.
İndirme adresi 1
İndirme adresi 2

Ey Ülkücü Hareket! - Ülkücü Şehitler (Hareket Saati Kürşat)

Bu muhteşem eseri her ülküdaşımızın dinlemesini tavsiye ediyoruz. Ülkücü şehitlerimizi öyle güzel anlatmış ki...
Dinleyin ve dinletin!

18 Haziran 2008 Çarşamba

Bir Ülkücü Nasıl Olur?

Ülkü Ocağı Genel Merkezi Başkanı Öztürk ve teşkilatın gençleri Akşam gazetesine konuştu.

Sonuçta bizler de Türk milletinin içinden çıkmış insanlar olduğumuz için, bu milletin hassasiyetini, değerlerini taşırız. Bir Ülkücü için yaşamın anlamının yaradılışın anlamıyla ilintisi vardır. İnsan idealleri ve ideallerini pratiğe geçirmedeki marifeti noktasında başarılı sayılabilir. Bizler yaşamın anlamını bu noktada buluyoruz.

Son günlerde üniversitelerde Ülkücüler'in isimleri yine çatışmalarla anılmaya başlandı. Örneğin geçen ay Gazi Üniversitesi'nde yaşananlar?

Basın mensupları bunu neye göre dile getiriyor çok merak ediyorum! Ziraat Fakültesi'nde olan olayın arkasından yakalanan kişi 'ben Ülkücü değilim' diyor. Bunun üzerine bir gazetede haber 'olayı yapan Ülkücü yakalandı' diye yer alıyor. Aynı gün başka bir gazete de yakalanan kişi için, 'Ülkücü' olmadığını açıkladı diye haber yapıyor. Bir başka dergi ise 'Ülkücüler yakalandı' şeklinde yorumluyor. Bu haberler yazılırken eylemi gerçekleştiren kişinin hangi mantıkla Ülkücü olarak nitelendirildiğine anlam veremiyorum. Mesela o olaydaki kişi niye Ülkücü oluyor, Ülkücü olmanın kriterleri ne? Ayrıca bu tür haberler yapılırken biri bize niye telefon açıp da olayı sormuyor.

Sizinle alakası yokken hep sizin isminizin geçmesi Yazılanların hepsi yalan mı?
Burada her şeyden evvel şunu belirtmek istiyorum: 'Ülkücü' tabirini önüne gelen herkes için kullanan bazı medya organlarının tarafsızlığına inanmıyorum. Meseleleri siyasi iktidarın ağzıyla gündeme getiren bu medya kuruluşları kendilerine yargının niteliklerini yüklüyorlar. Ülkücüler hiçbir yasadışı olayın içinde yer almayacaktır ve sokaktaki çatışmanın tarafı olmayacaklardır.

TAKINTIMIZ YOK

Diyelim ki söyledikleriniz doğru, bir çatışma yaşanıyor ve medya çatışmanın tarafı olarak Ülkücüler'i işaret ediyor. Bu noktada 'bunu yapan Ülkücü olamaz' diyerek baştan kesip atıyor musunuz, yoksa bir araştırma yapılıyor mu?

Araştırma kesinlikle yapılır. Sonuçta büyük bir camiayız. İçimizde böyle art niyetli kişiler olabilir. Bu tür olaylarda ilgili arkadaşlarımız, olaya karışan kişi ya da grupların teşkilatla bağının olup olmadığını hemen araştırırlar. Teşkilatta eskiden görev yapmışsa bu da bildirilir. Biz Gazi Üniversitesi ve Ziraat Fakültesi olaylarında da aynı araştırmayı yaptık. Ve ilgili şahsın bizimle alakası olmadığını tespit ettik.

Bir Ülkücü neye tepki verir, neyi kabullenemez, ne için kavga eder? Sizin gerçekdışı olarak nitelendirdiğiniz haberlere göre Ülkücüler, saçı uzun olan, küpe takan erkeklere, nü yapanlara, el ele tutuşan çiftlere şiddet uyguluyor...

İnanın bunlar çok yanlış değerlendirmeler. Eğer camiada saça, bıyığa, küpeye, sakala takılan varsa bizle beraber olamaz. Bizi üniversitelerde rahatsız eden şey, gençliğin yanlış yerlere kanalize edilmesi ve boş yetiştirilmesidir. Yani hiçbir hassasiyeti olmayan, herhangi bir siyasi veya toplumsal olayda fikir beyan edemeyen, bir duruş ortaya koyamayan bir neslin yetişiyor olması büyük sorun. Yoksa şu grup burada şunu yapıyormuş, şunu içmiş, küpe takmış, nü resmi yapmış bizi ilgilendirmez. Üniversite akademik ortam, tabii ki nü resim de yapılabilir. Bizim böyle bir takıntımız, kompleksimiz yoktur. Şurası önemli tabii, bölücü gruplara karşı tepki veririz. Ama bu çatışma, şiddet taraftarı olma anlamında değildir.

Peki taşradaki Ülkücüler de böyle mi bakıyordur olaylara. Yani çeşitli durumlara karşı tavır anlamda yöresel bir duruş, renk olabilir mi?

Başka bir gençlik örgütü ya da vakfı için bu dediğiniz durum sözkonusu olabilir. Ama Ülkü Ocakları'nın böyle bir sorunu yaşaması mümkün değildir. Yani Artvin'deki, Edirne'deki bir Ülkücü'nün duruşuyla Ankara'daki bir Ülkücü'nün duruşu aynıdır. Yaşadığı bölge itibarıyla farklı hassasiyetleri gelişmiş olabilir.

TARAF OLAMAYIZ

Ama sokakta yaşanan birçok kavgada Ülkücüler'i görüyoruz.?

Bir insanın kendini Ülkücü olarak değerlendirmesi Ülkü Ocakları'na mensup olduğu anlamına gelmez. Çünkü Ülkü Ocakları politikaları Genel Merkez'de oluşturulur. Biz hiçbir çatışmanın merkezinde yer almayacağımızı ilan ettik. Bazıları PKK-Ülkücü çatışması yaratmak istiyor. Onlara karşıyız ama bu onlarla silahlı çatışmaya girmek anlamına gelmemeli. Türkiye Cumhuriyeti Devleti polis devleti değil, hukuk devletidir. Biz tabii ki tepkilerimizi yasalar çerçevesinde dile getiririz. Ama kimse kolluk kuvvetinin görevini üzerimize almamızı beklemesin. Alanlar da bizden değildir. Bölücü unsurlara karşı çatışmanın tarafı olacağımız düşünülmesin. Yani 'nasıl olsa Ülkücüler var, biz susalım' dönemi gerilerde kaldı. Millet artık bu tür olaylara karşı tepkisini demokratik bir şekilde göstermeli. Devlete sahip çıkmak sadece bizim görevimiz değil.

Ülkücü olmayıp da ülkesini sizin kadar ya da sizden çok seven olabileceğini düşünüyor musunuz?

Tabii ki ama Ülkücülük sadece vatanseverlik değildir, bazı gereklilikleri vardır. Çatışma yok ama spontan olaylar oluyor

Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk'le yaptığımız söyleşinin ardından Üniversiteler ve Orta Eğitim'den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kul'la konuşmaya başlıyoruz. Kul'a hem üniversitelerde son günlerde yaşanan olayları sorduk hem de Ülkücü gençlere dair merak ettiklerimizi...
Marmara Üniversitesi'nde 'nü' resim yapan iki öğrencinin Ülkücüler tarafından dövüldüğü yazıldı.

Ben adı karışan arkadaşlarla görüştüm. O olayda bizim arkadaşlara saldırı yapılıyor, onlar da nefsi müdafaa yapıyor. Sonuçta orası üniversite orada her türlü resim yapılabilir.

Genelde, Ülkücüler'in hoşuna gitmediği bir şey yapıldığı zaman ocağa gidip adam toplar, gelir yapanın ağzını burnunu dağıtırlar, gibi yargılar var.

Yok öyle bir şey. Bir çatışma ortamında olmamak için biz her türlü tedbiri alıyoruz. Ama bir anda spontan gelişmiş olaylar olabiliyor.

Bazı çevreler Ülkücü gençliği asosyal olarak nitelendiriyor ve sizin sosyal olan gruplara gıcık olduğunuzu söylüyorlar. Üniversitede el ele dolaşan gençler bile sizi rahatsız ediyor mu?

Bizi başka kılıflara sokmak isteyen arkadaşların söylediği şeyler bunlar. Burada herkesin kız arkadaşı olmuştur, Ama sosyal yaşam dediğiniz ahlaksızlıksa, uyuşturucu kullanmaksa biz bunu yapmıyoruz.

Hepiniz takım elbiselisiniz?

Ülkücü böyle giyinir, şöyle sakal bırakır diye kategori yapılamaz. Sonra takım elbise giymede niye art niyet aranır bilmiyorum. Bizi kalıplara sokmak çok yanlış... Mesela Ülkücü rock dinlemez mi?

Dinler değil mi?

Örneğin Gazi Üniversitesi Ülkücü arkadaşların yoğun olduğu bir üniversitedir. Çeşitli tarzda müzik yapan sanatçılar her zaman gelmiştir. Bizim arkadaşlarımız da bu etkinliklere katılıp, organizasyonlar düzenlerler. Gelecek hafta Duman gelecek.

Grup Yorum Gazi'ye gelse

Gelsin, söylesin, yanlış bir şey olursa biz en fazla üniversite yönetimine ve emniyet güçlerine olumsuz, illegal bir durumu haber veririz. Gereğini onlar yaparlar.

Sol görüşü bir kişiye gönül verebilir misiniz?

Niye olmasın. Biz bu vatana ihanet etmeyi düşünmeyen her insanı bağrımıza basarız. Biz uzaylı değiliz. Bize böyle sorular sorulmasını anlamıyoruz. Kimse çalışmalarımızı duymak istemiyor.

Söyleyebilirsiniz

Biz burada kültürel çalışmalar yapıyoruz. Millete hayırlı olabilmek için çalışıyoruz. Bir defa eğitimimizi çok önemsiyoruz. Sonra her yıl yüzlerce panel, konferans, temsil veriyoruz.

Peki son bir soru soracağım. Marx'ı okuyan var mı aranızda?

Tabii okuduk. Ülkücü olmak ayrı, dünyayı anlama çabasında her fikri öğrenmeye çalışmak ayrı.

Aykut Aykanat www.aksam.com.tr

12 Haziran 2008 Perşembe

Cengiz AYTMATOV Uçmağa Vardı! Başımız Sağolsun!

Türk Dünyası'nın en büyük yazarı Cengiz Aytmatov'un (79) tedavi gördüğü Almanya'nın Nuremberg şehrinde hastanede hayatını kaybettiği bildirildi... 

Cengiz Aytmatov, 16 Mayıs'ta Tataristan'da hastalanarak Almanya'nın Nurnberg şehrinde tedavi altına alınmıştı. Almanya Hastanesi'nde tedavi gören Türk Dünyası'nın değerli yazarına karısı ve oğlu refakat ediyordu.

Aytmatov 12 Mart'ta, 15 yıldır sürdürdüğü Avrupa Birliği, NATO ve UNESCO temsilciliğinin yanı sıra Belçika, Lüksemburg ve Fransa'daki büyükelçilik görevlerinden ayrılmıştı.

YÜZYILIN YAZARI CENGİZ AYTMATOV
Ünü ülkesinin sınırlarını aşan ve kitapları büyük bir beğeni ile okunan Cengiz Aytmatov, doğup büyüdüğü Kırgızistan coğrafyasının kültür damarından ve binlerce yıllık geçmişi olan gelenek ırmağından beslenerek,.....

özgünlüğü, otantikliği, insanı yüreğinden yakalayan olağanüstü/büyüleyici üslup güzelliği ve entellektüel birikimi ile yaşadığımız yüzyılın müstesna yazarı sayılmayı fazlasıyla hak etmiş bir isim.

Aytmatov’u bütün derinliği ve yoğunluğu ile analiz etmek, eserlerini bir münekkid idraki ile irdelemek, tespit ve teşhis operasyonuna tabi tutmak, yorucu çalışmalar gerektirir.

Biz bu özgün ve farklı yazarın fikir dünyasına, ana başlıklarla ışık düşürmeye çalışacağız. Aytmatov’un eserlerine edebî ve estetik yaklaşım denemesi olacak bu.

Aytmatov en başta sıra dışı, özgün ve farklı bir yazar. Çünkü o sadece bir edebiyatçı, romancı değil; aynı zamanda ve özellikle de insanın, dünyanın gidişatı üzerine kafa yoran; daha erdemli bir dünya arzulayan; anti insanî yönelişleri onurlu bir karşı çıkışla sorgulayan, bunun için kaygılanan ve uyarıcı eserler üreten bir aydın.
AŞKIN LİRİK DESTANI

Ön planda, aşkın ve hüznün lirik destanının yazıyor gibi görünse de, onun usta bir sembolizmle bezediği ve âdeta şiir cümlesi gibi yoğun bir psikoloji, yoğun bir sosyal gönderme/çağrışım, soyutlama, ve telmih yüklü anlatışının arka planını sezebilenler, ondaki insanı ezen sosyal baskılara karşı çıkışı, insanın tarafını tutuşu kolaylıkla görebilirler.

Aşk ve lirizm Aytmatov’da, insanı derinden yakalamak, düşüncesini sarsmak ve duygusallığa açılan pencereden ufuk ötesine açılarak; kültürel kimlik şuurlanışına uzanmak için bir vasıtadır.

Evet, Aytmatov aşkın yazarıdır belki, fakat aşkın ötesinde daha aşkın misyonlar, sosyal realiteler, psikolojik bilenmeler besler ana kaynak olarak.

Aytmatov’un romanlarındaki bu derin damarı- müthiş bir üslup ustalığı ile gizlenen sosyal göndermeleri/ kültürel ve siyasî misyonu yakalayabilmek için, onu yetiştiren fizikî coğrafyayı, büyük dalgalanmaların hüküm sürdüğü bu coğrafyanın sosyal, siyasal ve kültürel dokusunu, o toprakların geçirdiği korkunç değişim serüvenini, kültür erozyonunu; insanın özüne yöneltilen her türlü şiddeti çok iyi bilmek ve çok iyi analiz etmek gerekir.

Bu eserleri, Andre Gide’in ’sanat baskıdan doğar’ sözü ışığında değerlendirmek doğru olur. Bütün klasik Rus edebiyatında olduğu gibi yasak ve sansürden/hürriyetsizlikten ötürü ortaya çıkan dolaylı ve sembolik söyleme mecburiyeti, beraberinde edebiyat ustalığını ve bir sanat-yoğun üslubu getiriyor.

Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, yasakların kalkması, hürriyetlerin zoraki de olsa verilmesinin ardından o coğrafyanın edebî ürünlerinde ‘düşüş’ belirtileri başlamıştır. Bu da, yine Gide’nin ikinci cümlesiyle alâkalı: ‘Sanat hürriyet içinde ölür!’

SEMBOLLERİN DİLİ

Cengiz Aytmatov, bütün usta yazarlar gibi düz cümlelerle değil, sosyal ve ironik çağrışımları olan cümlelerle konuşuyor. Adeta insanın ve yaşadığı atmosferin röntgenini çekiyor. Bu güçlü ve özgün üslubuyla tabiata ve hayvanlara bile bir insan karakteri yüklüyor, onları kişileştiriyor. Bu yönü ile de, edebiyat dünyasında eşsiz ve tektir.

Cengiz Aytmatov yüzyılın tartışmasız en güçlü yazarıdır. En güçlülerden biri değil, biriciği. Tek olanıdır. Öyle ki, dünya edebiyatının devi diye nitelendirilen Dostoyevski bile, eğer yaşıyor olsaydı, Aytmatov’un insanı derinden sarsan büyüleyici üslubu karşısında hasedinden ölürdü.

Özellikle, ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’ ya da özgün adı ile ‘Asra Bedel Gün’, romanın 20. Yüzyıldaki tartışmasız zirvesidir. Bu hüküm asla sübjektif ve hissi değildir. Romanı, edebiyatın evrensel kriterleri ile titiz bir şekilde kıyaslayarak söylüyorum bunu. 

Yani yazarımızı, tipleme, somutun olduğu kadar, soyutun da ince duyarlıklarla tasvir ve tahlilini yapma gücü, sağlam ve sarsılmaz karakterler oluşturma becerisi, etkileyici, şiirsel üslup üstünlüğü; insan denen meçhulü entellektüel mercek altında irdeleme kudreti, sosyal ve psikolojik ruh çözümlemeleri maharetiyle, âdil bir şekilde değerlendirerek bu hükme varıyorum.

MANKURTİZM KAVRAMI

Cengiz Aytmatov’un, bir Kırgız efsanesinden esinlenerek dünya edebiyat literatürüne kazandırdığı ‘mankurt’ ve ‘mankurtizm’ kavramı bütün dillerde aynen kullanılmaktadır.

Sistemin baskısı ya da insanın kendi özüne yabancılaşması neticesinde şahsiyetini ve sosyal/kültürel hafızasını kaybetmesini; zihnî yönden köleleşmesini çarpıcı bir şekilde izah eden mankurtizm, Beyaz Gemi’de, Gün Uzar Yüzyıl Olur’da, Cengiz Han’a Küsen Bulut’ta, Dişi Kurdun Rüyaları’nda ve diğer romanlarda da kullanılır. Şüphesiz bu kavramı doğuran, o coğrafyanın sert ve acımasız sosyal yapısıdır.

Efsane ve mitik unsurlara da romanlarında sıkça yer veren Cengiz Aytmatov, son romanı ‘Kassandra Damgası’nda bir Yunan efsanesinden yola çıkarak, dizginsiz teknoloji ile azgın genetik mühendisliğine ağır eleştiriler yöneltiyor. Uzayda insan embriyonu üzerinde araştırmalar yapan bir bilim adamı aracılığıyla, kötülükler yüzyılını yergili bir dille tahlil ediyor.

Söz konusu efsaneye göre, bazı embriyonlar (minicik insan taslakları-cenin) yeryüzündeki kötülükleri önceden sezerek, doğmak, bu felaketler dünyasında yaşamak istemiyor. Bunun belirtisi olarak annenin alnında bir ter taneciği oluşuyor. Buna da Kassandra Damgası deniyor. Aytmatov böylece etik kaygılar taşıyan evrensel bir eleştiriyi dünyanın ve insanlığın gündemine getiriyor.

Eserin kahramanı vasıtasıyla şu tespitleri yapıyor Aytmatov:

‘Yeryüzünde silah durmadan artıyor. Her yerde herkes silahlanmak istiyor. Hamile kadınların yüzündeki Kassandra Damgası, yeryüzünde doğan her kişi için en az yüz tane dom dom kurşunu üretildiğinin, şimdiden onların kaderine ölmek ve öldürmek yazıldığının işareti değil mi? Ana rahmindeki Kassandra embriyonları da sessizce bunu haykırmıyor mu?’

Böylece yeni yüzyılın, yeni bin yılın en korkunç yönünü oluşturan ‘genetik tehlikeye’ dikkat çekiliyor. İnsanın, fizik çevresi ve metafiziği ile hiç bu kadar şiddete maruz kalmadığı vurgulanıyor. Kurtuluş için çıkış yolları öneriliyor.

Aytmatov’un bütün bu özgün ve üstün yönlerini vurgulamakla birlikte, gerek ona, gerekse meslektaşı Takavi Aktanov’a (Aytmatov’un romanlarıyla benzerlikler taşıyan ‘Boran’ın yazarı) yöneltilen bir eleştiri var. O da, merkezî hükümetin yazarlar için biçtiği, ‘görünüşte milliyetçi, muhtevada sosyalist’ gömleğini giymiş olmalarıdır.

UYANIŞ VE DİRİLME

Ancak Aytmatov’un yakın arkadaşı Prof. Dr. Tevfik İsmail’in de belirttiği gibi, Aytmatov’u dünya çapında şöhret yapan faktörlerin başında, kitaplarını çok büyük bir coğrafyada konuşulan ve dönemin edebî mahfillerinde etki uyandıran Rusça ile yazmış olmasıdır. Eğer romanlarını Kırgız Türkçesi ile yazsaydı, bugünkü Aytmatov olmaya bilirdi.

Bir yanı ile sisteme eklemliymiş gibi görünse de, Aytmatov’un hemen bütün romanlarında kimlik arayışının/köklerle yeniden buluşmanın, satır aralarına gizlenmiş edebî, estetik çığlığını duymak mümkündür.

Olanı anlatır Aytmatov. Cemiyete tutulan ayna gibi gerçeği yansıtır. Mankurtlaştırmaya karşı çıktığı kadar, kendiliğinden/gönüllü olarak mankurtlaşmaya (güdülmeye müsait mizaca, pasifliğe) de karşı çıkar. Dirilmeye, uyanmaya, aktif olmaya çağırır insanı. Töresine, örfüne, geleneğine ve geleceğine sahip çıkmasını ister.

Yazar, kendi eserinden beyazperdeye aktarılan ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminde başrol oyuncusunun ulu dağlara karşı öyle bir ‘Asyaaaa!’ diye höykürmesi var ki. Bu çığlık bütün o coğrafyanın/o yaslı diyarın yüreğinden; yüzyıllık, bin yıllık yaşantısından fışkıran bir sestir. 

Şark’ı sarsan bu sayha, filmin Asya isimli kadın oyuncusu vasıtasıyla, bütün bir ‘Asya’ya/Avrasya’ya sesleniştir. Uyanma ve dirilme çağrısıdır. Bir aşkın yoğun lirizmi içinde, koca bir kıtayı özdeşleştirmek, ancak Aytmatov’a yakışan bir ustalıktır.

Aytmatov, aslında ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’a ait bir bölüm iken, yasak olduğu için kullanılamayan ve daha sonra ‘Cengiz Han’ a Küsen Bulut’ ismi ile yayınlanan kitabında hürriyetsiz ve kuşatılmış insan trajedilerinin en bâkir fotoğrafını çizer. İstasyondan bir tren geçimi sürede, eşini ve çocuğunu görebilmeyi çılgınca arzulayan adamın destanlık hikayesidir bu. Bir Aytmatov klasiği…

Özetlersek, kitapları bütün dünyada hayranlık duyularak okunan Cengiz Aytmatov, lirik, mitolojik ve kozmik unsurlar taşıyan seçkin, çarpıcı eserleriyle olağanüstü bir yazar, bir fikir adamı ve çağdaş bir bilgedir. Fikir ve edebiyat dünyasının, önünde saygıyla eğileceği bir yazar. Yüzyılın tartışmasız en güçlü yazarı…

Günün Sözü

"Bir milletin milli davaları kalplerde yaşadığı müddetçe o davalar kaybedilmiş olmazlar. O davalar bir gün mutlaka kazanılır."

Başbuğ Alparslan Türkeş

27 Mayıs 2008 Salı

GÖRÜNEN GERÇEK

Ülküdasim, Ülkücü hareket, Türk milletinin bagrindan dogmus; herseyden önce Türk milletini yükseltme gayesini hedeflemis bir millî düsüncenin aksiyoner gücüdür.Ülkücünün fikir ve iman dünyasi Íslâm ahlâki ile Türklük suurundan beslendigi için tamamen "bizden"dir... Bizden demekle imandan fiile herseyiyle Türk demek istiyoruz. Türk olmak da "Lâ ilâhe illallah" diyerek yanli Allah'a kulluk etmek ve vatana, bayraga, ecdada, maziye bagli olmak demektir.

Bizim için dünyaya gönderilis sebebi "Allah'a kulluk" oldugu gibi, yasaminin gayesi de kiyamet kopuncaya kadar mensup oldugumuz milletle beraber hür ve serefli yasamaktir. Ülkücü dünya görüsünde insanin ömrü kendi hayatiyla sinirli degildir. Kendinden sonra yasayacak olan insanlari da düsünmek ülkücünün temel vasiflarindandir.

Nice insan verdir ki içinde yasadigi cemiyete kafasiyla degil, midesiyle; kalbiyle degil, mefaatiyle baglidir. Belki de bunun için ülkücüler, digerlerinden daha fazla çile çekiyor, daha fazla sIkIntilara ugruyor...

Çünkü onlar kendileri ile ayni dili konusan, ayni kaderi paylasan insanlara ask derecesinde baglidir... Günü yasamak ve günün içinde sekillenen meselelerle didismek yerine, ebedi kucaklayan bir fikir ve iman ikliminin adami olan ülkücüler, ferdî endiseleri asip millî tefekkür içeresinde yogrulmusutr. Ve yine bunun için ülkücüler, ülkücüler, meselelere Íslâm penceresinden Türk gözü ile bakmaktadirlar... Bu bakistir ki, dostu düsmandan ayirir; bu bakistir ki olaylari millîlik terazisinde tartar...

Sevgili ülküdasim,

Bu sözlerle bugün karsilastigimiz belaya dikkat çekmek istiyorum. 250 milyonluk Türk dünyasi üzerinde oynanan oyunlar daha öncede sahneye konmustu. Türk'ü mümkünse geldigi yere yani Orta Asya'ya sürmek, bu olmazsa Türk'ü bulujndugu yerde yani Anadolu'da tesirsiz hâle getirmek isteyen "güçler" dünyaya hakim olmalari yolunda tek büyük engelin Türkler oldugunu biliyorlardi. Çünkü onlarin akillari meselelere hiristiyan penceresinden millî bir gözle bakiyordu.

Yok olmamak isteyen milletler Türk tarihini iyi incelemelidir. Bilhassa Türkün 19 ve 20. yüzyildaki serencamini... Ne 2000 yil vatansiz ve devletsiz yasayan Yahudiler, ne de Balkan devletçikleri bir milletin millî varliginin korunmasina Türkler kadar iyi örnek olabilir. Mesela Türkler olmasaydi Sirp, Bulgar, Arnavut,Yunan güruhundan biri, birkaçi veya hepsi yok olurdu. Veya en azindan bugünkü kültür ve nüfuslarin çok çok altinda kalirlardi. Bir tarihçimizin dedigi gibi "Uluslarin en rahat ve emin dönemleri imparatorluk sinirlari içinde bulunduklari dönemdir. Tabii ki bu görüs sömürüye dayanmayan devlet yapisi için geçerölidir.

Bugün Türkler için Fatih zamani ne kadar uzaksa "hasta adam" zanmani da o kadar yakindir. Osmanli Devleti'ni kuran, yücelten ruh ne kadar Türkse ve son büyük Türk devleti olan Osmanli Devleti'nin yikilisini hazirliyanlar ne kadar Türk degilse bugün Türk Cumhuriyeti Devletini zaafa ugratmak isteyenler de o kadar Türklükten nasipsizdir.

Osmanli'yi yikan kirli ellerin sadece hiristiyan teba oldugunu söylemek gerçegi bile bile susmak olur. Müslüman uluslarin da koca cihan devletini acimasiz bir aptallikla kemirdiklerini belirtmeliyiz. Lavrensleri lanetliyerek kendimizi temize çikaramayiz. Süphesiz Lavrenslerin Osmanli-Türk devletinin yikilisinda, Íslâm karsisinda hiristiyan-batinin kazdigi kuyuya düsen müslüman-dogunun günahi benim milletimin üzerine yüklenemez... Kendi dininden olan Türk'e (Özellikle ve bilerek Osmanli demiyorum!) hristiyan Íngiliz'in topu tüfegiyle hücum ederken aslan kesilen fakat, Íngiliz Maresali Allenbi'nin yaninda görücüye çikmis gibi masum pozlar takinan Emir Faysal benim dedemmis gibi, Hicaz'a Íngiliz'i biz sokmusuz gibi, Kudüs'e Yahudi'yi biz teslim etmisiz gibi, Amerrikan çikarlarini korumak ugruna din ve soy kardeslerinin üzerine bombalari biz atmisiz gibi Türkün üzerine çullanmalari zoruma gidiyor.

Arabi severim! Allah'in yarattigi her canliyi sevdigim gibi... Lakin beni sokmak için sinsice yaklasan yilani farkedip basini ezdigim gibi de, millî varligimi yok etmek isteyenlere, kim olursa olsunlar, Türk tokadini patlatirim!

Ülküdasim,

Arap düsmanligi yapmak gibi bir gayemiz olmadigini bilirsiniz. Osmanliyi yikan unsurlarin neler oldugunu söylerken lafin ucu buraya geldi. Farkindaysan konuyla ilgili bütün yazi ve konusmalarda Emanuel Karaso, Baso Efendi gibi adamlarin adi zikredilir. Diniyle bizden olan ama, milliyeti farkli oldugu için Osmanlilik kilifini Türkü yoketmek için kullananlar pek gündeme getirilmek istenmez. Ben de bu mektupda bunlari anlatacak degilim. Önemli olan Türk devletini kimin yiktigindan, ümmetin birligini kimin dagittigindan çok bu is nasil yapildigidir. Dün Osmanliyi yikan zihniyetin bugün Türkiye'yi hedef almasidir önemli olan...
Bu zihniyetin fotografini baska bir mektupta gönderirim insallah!

Allah'a emanet ol!

Kaynak

Şehide Baştır Sazak...

Türkiye’nin kan, barut ve gözyaşıyla sancılı dönemler geçirdiği zamanlarda 2. Milliyetçi Cephe Hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı yapmış olan eski ... MHP Gen. Bşk. Yardımcılarından Gün Sazak’ın şehit edilişinin üzerinden tam yirmi sekiz yıl geçmiştir.

Rahmetli Gün Sazak Beyin hayatından bahsetmek istiyorum. Soyadını köyünden alan Gün Sazak; 1932 yılında Eskişehir Mihalıççık ilçesinin Sazak köyünde dünyaya gelmiştir. Eski milletvekillerinden Emin Sazak’ın ortanca oğludur.

İlk orta tahsilini Eskişehirde tamamlayıp yüksek öğrenimini Amerika da ziraat üzerine yapmıştır. Köyünde değerli ve geniş arazilere sahip olan Sazaklar, bölgede sözü geçen köklü ailelerdendir. Gün Sazak, tarımın yanında inşaat sektörüne de yönelmiştir.....

O günlerden günümüze gelen Yüksel İnşaat’ta kendinin eseridir.

Üniversitelerin eğitim ve öğretim merkezleri halinde çıkıp Rus uşaklığına soyunan komünistlerin yuvası haline geldiği, ülkücülerin okullarına giremez oldukları her gün şehit verilen bir dönemde 1970 li yılların başında büyük bir feragat örneği göstererek Türk Milliyetçiliği hareketinde ki yerini almış ve MHP’ye katılmıştır. MHP’ye katıldıktan sonra bir trafik kazası geçiren Sazak ile Başbuğumuzun kendisini hastanede ziyaret etmesiyle vefatına kadar sürecek olan dostlukları başlamıştır.

MHP saflarında üzerine düşen her görevi en iyi şekilde ve layıkıyla yerine getiren Sazak, Milliyetçi camiada herkes tarafından sevilir sayılır bir şahsiyet olmuştur. Başbuğumuz alınacak bir çok kararda kendisi ile istişare etmeden karar vermez olmuştur.

2. Milliyetçi Cephe hükümeti kurulduğunda milletvekili olmadığı halde Gümrük ve Tekel Bakanlığı görevine getirilmiştir.

Ülkede anarşi ve terör almış başını yürümüş, gümrük kapılarından geçen geçene olmuştur. Gümrük kapıları adeta ülkenin içinde bulunduğu buhranlı döneme adapte olarak herkes gümrüklerde rüşvet ile elini kolunu sallaya sallaya her türlü işini yaptırır olmuştur.

Gümrük kapıları adeta han kapısı haline gelmiştir, yolgeçen hanı. Gün Sazak bakanlık görevine geldiğinde etrafında oluşturduğu bir avuç arkadaşıyla o yolgeçen hanı tabir edilen kapıları, namus kapısı haline getirmiştir. 5.5 aylık kısa bir dönemde Gümrük ve Tekel Bakanlığı zirvedeki günlerini yaşamıştır.

Bu da mafya babalarının vurguncu düzenin düzenbazlarının ekmeğini kesmiştir. Gözü dönmüş kılız komünistlerle işbirliği yapılmıştır. Vefatından önce devamlı köyüne gitmek isteyen Sazak, köyden dönüşünde evinin önünde araçtan indiği vakit eşinin ve çocuklarının gözü önünde kurşunlara hedef olmuştur.

27 Mayıs 1980 günü Gün Sazak şehit olmuştur…

Vefatından iki gün sonra Ulus’ta bulunan Hacı Bayram-ı Şerif Camiinde yüzbinlerce ülkücünün katıldığı cenaze namazından sonra doğduğu topraklara Sazak Köyüne defnedilmiştir. İlk defa Başbuğumuzun katılımıyla 1985 yılında vefat yıldönümünde mezarı başında yapılan anma töreni günümüze kadar süregelmiştir.
Devleti ve milletine hizmet etmekten şeref duyduğu milletinin ve devletinin uğruna şehit olmuştur.

Gözü dönmüş Moskof artıkları, rus ruleti oynayıp birbirlerini vurarak devrim şehidi ilan edenler, kana doymamıştır.

Ruhi Kılıçkıran’ı yurt kampusünde kurşunlayanlar, Mustafa Erol’u yurt odasında bombalayanlar, İmamoğluna, Önkuzuya, Özmene kıyanlar, Recep Haşatlıya, İlhan Darendelioğluna, İsmail Gerçeksöz’e kurşun sıkan zihniyeti bozuklar Gün Sazak’a da kıymışlardır.

Neden mi arıyorsunuz?

Nedeni apaçık ortada…

Ülkücü Hareket, devlet-i ebed müddet uğruna komünizmin önüne Türkiye’de set olmuştur. Komünizm Türkiye’de Ülkücü Hareketi aşamamıştır.

Ve bu harekete emeği geçen birçok değeri bizden almışlardır…

Gün Sazak’ şehit ederek Ülkücü Hareketi moral bozukluğuna itmek istemişlerdir, Başbuğumun çok yakın çalışma arkadaşlarından Sazak’ı şehit ederek hareketin buhrayana uğrayacağını sanmışlardır. Gün Sazak’ın vefatıyla MHP’nin maddi sıkıntılara gark olacağı zannına kapılmışlardır.

Bugün şimdi orada beraber Başbuğ Türkeş, Gün Beyim, Dündar Taşer Beyim, yanlarında şimdi Ruhi, İmamoğlu, Fikri, Velican, Mustafa Kurumahmutoğlu, Şükrü Sancak… ve nice niceleri…

Dün Turan diyenlere hayalperest diyenler, Başbuğuma yanında üç beş tane çocuk var diyenler ortada…

Ve ne gönüllere ne de meydanlara sığmayan Ülkücü Hareket de ortada…

Ve Türk Devletleri de ortada…

Moskova’da kabesi yıkılıp değişime başkalaşıma uğrayanlarda ortada…

27 Mayıs 2007 de Ülkücüler yine Gün Beyin başındaydı… Hareketin Lideri Gün Beyin başındaydı….

Gün Beyim…

Başbuğumuz ve Ülkücü Şehitlerimizle Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in kutlu sancağı altında toplanmak dileğiyle…

Başbuğumuz ve Ebediyete intikal eden Bütün Dava Arkadaşlarımızın Ruhuna El-Fatiha..

Sezer YOZGAT

26 Mayıs 2008 Pazartesi

ÜLKÜ ÇINARI

Hasan Basrî (ra) Hazretlerine, sahabeyi sorduklarinda "siz onlari görseydiniz deli derdiniz, onlar da size müslüman demezdi" seklinde bir cevap vermis. Bu cevabin benzerini "12 Eylül'den önce ülkücüler nasildi?" sorusuna verebiliriz.Hergün bir Ülkü Ocagi kursunlaniyor, bombalaniyor yine de ocaklar tiklim tiklim...Kazara bir "kurtarilmis bölge"ye girip pestili çikinciya kadar dayak yemek de yildirmiyordu kimseyi, okuldan sürülmek de, isten çikarilmak da...

Hergün en az bir ülkücü sehid ediliyor yine de kimsede "can korkusu" yok...
Çünkü ülkücülügün ne demek oldugu, ülkücülügün varlik sebebinin ne oldugu gözle görülüyordu.
Gepgenç arkadaslarini topraga veren ülkücüler kendi siralarini beklesirken; bir yandan kitap okuyup, seminerlere katilip fikrî egitimlerini yaparken diger yandan Türk-Íslâm düsmanlarina karsi fiili sekilde mücadele ediyorlardi.

Ya bugün!
Ya bugünün ülkücüleri düne göre nerdeler?
Din, devlet, vatan ve millet ugruna can vermek için birbiriyle yarisan insanlar, hangi lanetlinin üfürügüne yakalandi?
Hangi kahrolasi el, üstümüze gevseklik tozu serpti?
Türkiye ve Türk insaninin mevcut durumu dünden daha mi iyi?
Ekonomik felç, anarsi çok boyutlu, ihanet hadsiz hesapsiz, millî bütünlük tehlikede... yalan mi?
Benim kadar karamsar olmuyabilirsiniz ancak manzara budur. Ülkücü hareket Türkiye'nin en dinamik gücüdür, fakat bu güç eskisi kadar faal degildir.

Eskisi kadar faal degiliz derken sakin ola sicak mücadele özlemi içinde oldugumuz zannedilmesin. Bir ülkücünün burnunun kaniyacagina bütün dünyanin yanmasini tercih ederiz.
Geçmis dönemlere nazaran terör ve bölücülük konusunda daha hassas bir devletimiz var. Yani "devletin candarmasi" isini yapiyor. Bize düsen is gönüllere girip Íslâm ahlâkinin gereklerini benimsetmektir... Türkün cihana hakim oldugu zamanlarin yapisini yeniden insa etmektir.

Kizlarimizi iffetli, ogullarimizi cesaretli, esnafimizi merhametli, hakimlerimizi adaletli, ögretmenlerimizi kiymetli, hocalarimizi selahiyetli, kisacasi bütün insanlarimizi hasmetli bir duruma getirebilmektir bize düsen is.
Ülküler süreklilik arzeder.

Belli bir zaman diliminde veya belli bir mekan içre yasanacak degerlerden degildir ülkücülük.Dost düsman herkes gayet iyi biliyor ki Alparslan TÜRKES'in ektigi tohum, koca bir çinar olarak âlemi serinletecektir.Dallari, kitalari kusatacak olan bu ülkü çinarina hiç bir balta tesir edemeyecek, hiçbir yabanî ot suyunu çalmayacaktir.Yeter ki, bugünün ülkücüleri emaneti hakkiyla üstlensin. Yeterki ülkücüler davalarinin adami olsun.

ÜLKÜCÜ OLMANIN GURURU

Orta mektepte idik...
Materyalist bir resim ögretmenimiz vardi. Kadincagiz "devrim yolunda" çogu erkekten daha erkekti. Öyle zannediyorum ki cesareti hükümetinden ve sayilarinin çoklugundan geliyordu.O yillarda ülkücü ögretmen kitligi mi vardi nedir, okullarda ki ülkücü ögretmenleri nazar boncugu gibi görüyorduk. Uzatmayalim,bizim matematik disinda bütün derslerimiz iyi. Ögretmenlerin nazarinda sempatikligimizden kaynaklanan kredimiz de mevcut. Türkçe ögretmenimiz zaman zaman tonton yanagimizi sIkarak "kizimi sana verecegim" derdi. Ne yapalim emir büyük yerden!... Hiç görmedigimiz bir yavuklugumuz olmustu. Resim ögretmenimiz "Allahsizlik hastaliginin" tezahürü olarak cami resmine tahammül edemez, münasip bir dille cami resmi yapmamizi tavsiye ederdi (!). Biz ise ona inat ulu ustamiz Mimar Sinan'a tas çikartircasina cami resimleri yapardik...

O gün en arkadaki siramda oturmus resim yapiyordum. Arkadaslar da ögretmenle sohbet ediyorlardi. Yanimdaki arkadasin dürtmesiyle konusmaya dikkat ettim. Resimci bayan (hâsâ) "Allah insanin kaderine ne karisir. Herkes kaderini kendi çizer" gibi lâflar ediyordu. Serde ülkücülük var! Haydi diyen birkaç bakisin tesvikiyle ögretmen bayana itiraz ettik. Müslümanin kader anlayisini bildigimiz kadar anlattik...

O tenefüs, isin o kadar basit olmadigini; müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalisan bu kadina haddini bildirmek gerektigini sinif arkadaslarimiza duyurduk... Ímza toplayip sikâyet edecegiz! Bu arada "solcu" çocuklar olan biteni hiç beklemeden gidip anlatmislar. Biz de imza, dilekçe derken baktik ki Nasrettin Hoca'nin fil hikayesindeki gibi ortada kalmisiz. Din söz konusu olunca bize burunkiviran hizli mücahit (!) kardeslerimiz "babam kizar. Tesekkürüme mani olurlar. Ögretmenlerle arami açamam gibi ulvî sebeplerle yan çizdiler.

Yeterli imza çikmadigi için biz sikayetten vazgeçtik, fakat is burada bitmedi. Olaydan bütün okulun haberi oldu. Ayni gün cografya dersindeyken kapi tikirdadi, resim ögretmeni perisan vaziyette "ablasini" çagirdi. Biraz sonra hisimla içeriye giren cografyacimiz "kizil" gözlerini gözlerime dikerek; "Bu sinifta ezilmesi gereken birkaç böcek var!" diye hirladi. Diger günlerde bayagi korktugumuz-çünkü lakabi püsküllü belâ idi- o ögretmenden ilk defa, bütün hiddetine ragmen korkmamistik... Üstelik zaferle sonuçlanmasa bile bir galibiyet hazzi tasiyorduk...Arkadaslar yaptigim resimlere imzasini atarak 9-10 aliyorken, ben iyi resimlerden zayif aliyordum. Ee ne de olsa adamlar haktan, hukuktan, insancilliktan, demokrasiden ve dahi fikir hürriyetinden yanaydilar...

Bozkurtlu kolye yüzünden müdür beyin attigi dayagi saymazsak, ülkücü olmanin cezasini (!) çekmeye baslamistik.Hadiseden sonraki ilk bayrak töreninde kulagima egilen Türkçe ögretmeni; "Artik cumhurbaskani bile olsan kizimi sana vermiyecegim" demis, yavukludan da olmustuk!Beden egitimci ve digerleri daha beterdi....

Ülkücülügün kolay birsey olmadigini, "ülkücüyüm" demenin insana mesuliyet yükledigi gibi çileye hazir ol dedigini idrak etmeye baslamistik."Hiç kimsenin tesiri ve baskisi altinda kalmadan" ülkücü olmustuk ve ülkücü olmanin gururunu yasiyorduk. Bu haz insani öyle bir kusatiyordu ki, dayakmis, horlanmakmis, iskenceymis... belanin bin türlüsü viz geliyordu.

O tarihten bugüne kadar yirmi sene geçti. Biz hep büyüdük. Bizim yüzümüz tokatlanmaktan, sirtimiz kursunlanmaktan kizariyordu. Onlarin ki bugün utançtan kizariyor... (herhalde) Biz ülkücü olmanin ve ülkücü kalmanin iftihariyla mestiz.
Íyi ki ülkücü olmusuz. Íyi ki ülkücülükte çile varmis.
Íyi ki ülkücülük kolay degilmis..

Kaynak


29 Nisan 2008 Salı

3 MAYIS

3 MAYIS, Milliyetçilerin komüniste karşı DUR! diyen toplu hareketidir.

3 MAYIS, Türk Milliyetçilerinin bayramıdır.

3 MAYIS, bundan otuz iki yıl önce idealist ve vatanperver bir grubun, o devrin dikta rejimine karşı başlattığı kutsal gayeli bir hareketin ilk adımıdır.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin yeni bir hamleye girişmesinin başlangıcıdır.

3 MAYIS, Türk milletini ilimde, maneviyatta, teknikte en yükseğe çıkarma hamlesidir.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin yabancı kültüre ve yabancı ideolojilere karşı baş kaldırmasıdır.

3 MAYIS, kendi milli kültürümüzü çağdaş gelişmelerle yeniden yoğurma hareketidir.

3 MAYIS, Ulkücülük Hareketinin dönüm noktasıdır.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin varlık davasında çektikleri ızdırabın, elemin, gözyaşının ifadesidir.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerine yalan ve iftiralarda bulunanların kendi iftira ve yalanlarıyla boğulduğu gündür.

3 MAYIS, Büyük milletimizin edebiyete kadar yaşayacağına inanan türk miliiiyetçilerinin yeniden doğuşudur.

3 MAYIS, türk milliyetçilerinin bayraklaşan hareketidir.

3 MAYIS, Milliyetçi Türkiye’nin kuruluşunda temel taşdır.

Yarının Büyük Türkiyesi bu şuur ve azimle kurulacaktır. 3 Mayıs 1944'den bu yana otuz iki yıl geçti. TÜrk milliyetçi.leri bugün bir Çığ gIbi büyüyor. Yurdun dört bir yanındaki Ulkücü ve Milliyetçi kadrosuyla, Turkmilletinin hizmetinde; onu Himde, teknikte, ahlaktadünyanın en ileri seviyesinde getirmek gayesi taşıyor.

3 MAYIS, Bütün Türk milliyetçilerine kutlu olsun.


Başbuğ Alparslan Türkeş
30 Nisan 1976, Milliyet Gazetesi

14 Nisan 2008 Pazartesi

Alemde Şer Oğuz'da Er Tükenmez

12 Eylül darbesinin ardından girilen göreceli “huzur” ve “istikrar” dönemi, renkli televizyon, bilgisayar, cep telefonu üçgeninde mevcudiyetini muhafaza ve müdafaa etti. Özellikle renkli televizyonun bir güç ve saygınlık simgesi olmaya başlaması ile taksitli saygınlıklar hakim unsur haline geldi. Müteakiben 90’lı yılların ikinci yarısından başlayarak “veresiye” kültürün yerini alan “asri” yaklaşımların, “kartlı” kültürle hayatımızın merkezine doğru çemberi daraltmaya başlaması ise meselenin odak noktasını teşkil etti.

Bu vaziyet içerisinde kendisine yön tayin etmeye çabalayan gençlik ise siyasetteki “dört eğilim” kuramını günlük hayata uyarlayarak tek yönlü bir hal almaya başladı. Siyasi kimliklerin “zaman aşımı”, “yenilenme” veyahut da “sisteme uydurulması” gibi sebeplerle değiştirilmesi ile doğan boşluk başka kimliklerle kapatılmaya başlandı. Popçu gençlik, topçu gençlik, kahve gençliği ve tribün gençliği temelli guruplaşmalar siyasi mücadele ardından doğan boşluğu hızla doldurdu. Yeni neslin önüne gelen bu tercihler manzumesini destekleyen hükümet de bilgisayar ve cep telefonu ile “çağ atlayabileceğimiz” fikrini zihinlere yerleştirmekte zaman kaybetmedi.

Bu “özgürlükçü” ortamda hayatın dertleri ve tasaları olduğunu düşünmeden yetişen gençliğin zihinlerinden sökülen “düşünme” kabiliyeti ise daha sonraları yerine tam manası ile yerleştirilemedi. Öğrenmedeki kritik eşiğin aşılmasından mütevellit olduğunu düşündüğümüz bu halin yansıması da Türkiye’nin özellikle “ilim”, “kültür” ve “sanat” alanında ciddi tahribatlara yol açtı.

Sudaki damla ile aynı etkiyi yapan bu durum yavaş yavaş bütün katmanlara sirayet ederek loto, toto, piyango temelli “zenginlik” hayallerini de tetikledi. Her mahallede bir milyoner, her evde bir renkli televizyon furyasının asıl ceremesi şimdi çekiliyordu. Tüketim kültürünü almaya alışan ve kısa yoldan en fazla parayı “kaldırma” amacı güden yığınlar, üretimden ellerini çekmeye başladı. Bilgisayarla çağları atlayan Türkiye “tarımda kendi kendine yeten ülke” tanımını hızla tasfiye edip, “veririz kaç paraysa alırız” yollu yaklaşımlara dönüyordu. Dolar hızla yükseliyordu.

Gençlik “tüketici” kimliğin etkisi ile araştırma, geliştirme faaliyetlerine ayıracağı zamanları “intihal” ve “intikal” lehine kullanıyordu. Üniversitelerde “atlanan çağda” yükselmesi gereken ilmi seviye yerinde sayarken, makale sayısı yıllar içerisinde “iç güveysinden hallice” değişiklikler gösteriyordu. Hoca vermek, talebe ise asli görevi olan talep etmek noktasında uyuşukluk göstermekte birbirleri ile yarışıyor, idare-i maslahatçı etkiler üniversite ortamlarında dahi geçer akçe oluyordu. Eğitim sistemi “izle, yaz, tekrar et, unut” felsefesi ile ezberciliği merkeze oturtuyor ve binayı bu temel üzerine oturtuyordu.

Gençliğin kolayına gelen bu durum ise görece “iyi” sayılabilecek birkaç yazar, bilim insanı ve edebiyatçı dışında Türkiye’ye bir şey kazandırmıyordu Son 30 yıllık süreç içerisinde ortaya çıkamayan “mütefekkirler” de bize bu ezberci halin en büyük armağanı olarak karşımızda duruyordu. 80’li yılların ardından esen rüzgârda savrulanlar, kırılanlar, saklananlar hariç geriye kalan kitleyi ele aldığımızda elle tutulur gelişmelerin görülmemesi de bu “düşünme, sadece yaşa” fikrinin birincil hale getirilmesine dayanıyordu.

Bugün yeniden ortaya çıkan ikinci dalga “cep telefonlu”, “bilgisayarlı” gençlik de “ilmi” olmasa da fikri bağlamda aynı akıbet ile karşı karşıya bulunmakta. Sosyal iletişimi “sohbet odaları” boyutuna indirgeyen “net çocukları”, giderek artan bir düzeyde günlük yaşamın gereklerinden ve sorumluluklarında çekilmekte. Günlük hayatın “selamını”, sanal âlemin “nbr’sine” devşiren gençlik, arkadaşlarını “arama motorlarından” bularak, sıcaklık temelli kültürümüzün asrileşmesinde gelinen ikinci aşamayı teşkil etmekte.

Yolları aşındıran gençlikten, “tepkilerimizi falanca adrese e-posta ile bildirelim” diyen gençliğe doğru evirilen bu yolda klavyelere hapsolan zihinlerin esareti asıl başlangıç noktasına işaret etmekte. Bu işaret fişeğini izlediğimizde ülkemizin gelecek 20 yılında ortaya çıkacak durum ise, Türkçeyi kısaltmaların tasallutu altında geçirecek, duyguları bilgisayar ekranınca soğuk, renginde yer yer kaymalar olan bir gençlikten farklı olmayacak. Özellikle ülkenin bölünme senaryolarının ayyuka çıktığı bu dönemde gençliğin kendisini kendisine hapsetmesi en son istenecek şey. Öyle ki gençlik sustuğu zaman ortaya çıkacak durum “ununu elemiş, eleğini asmış” babalarımızla, birdirbir, üçtaş, topaç, çelik çomak gibi oyunların hayli yabancısı olan kardeşlerimiz arasında meydana gelecek yer yer sağanak yağışlı ama bolca gök gürültülü muharebelerdir.

Bunları önlemek ise bu iki kuşağın arasında kalan ve bizce “Araf nesli” olan bizlere bakmaktadır. Bizlerin gündeme veyahut da gündem dışına dair koyduğumuz “yerli” ve “etkin” çözümler, hem bu çatışma ortamına çözüm olacak, hem de küresel ilerleme karşısında alınan “tepkisel” durumu fikir temelli, proje destekli “tavra” çevirecektir. Aksi takdirde gelecek tufan. Gemi inşa etmeye ise ne Nuh var, ne de zaman.

Bahadır Bilge