24 Mart 2008 Pazartesi

Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Milleti'ne Dair

"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."

"Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

"Türk'ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür."

"Türk milleti güzel her şeyi her medeni şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde taktir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır.."

"Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakar bir halktır."

"Türk esirlik kabul etmeyen bir millettir."

"Bizim başka milletlerden hiç bir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz."

"Büyük şeyleri büyük milletler yapar."

"Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların gerçek sahibi kendisidir. Milletimizde bu kabiliyet ve tekamül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yeterli olamazdı."

"Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı ben hiç birşey yapamazdım."

"Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur."

"Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur."

"Bizim milletimiz derin bir maziye maliktir... Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."

"Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir."

"Bu memleket tarihte Türk'tü, halde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır."

"Türklük esastır. Bu mevcudiyeti tarih içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde tesbit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye layik olmak için bugün çalışmak lazımdır."

"Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir gelecege layık ve aday olan bir millettir."

"Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim."

"Eskiden dinler, bilimler, sanatlar, bütün bilgelikler ve şiirler, bir merkezden ışığın dağılması gibi doğudan batının karanlık bölgelerine doğru yayılırdı."

"Bizim halkımız, menfaatleri birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil tam aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada dinleyicilerim çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır, ve isçilerdir. Bunların hangisi diğerinin muarizi olabilir?"

"Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir?"

"Bugün vardığımız barışın ebedi barış olacağına inanmak safilik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat, ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta, asla gecikmeyeceğiz."

"Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz."

"Türk milleti insanlık aleminin samimi bir ailesidir."

"Milletler gam ve keder bilmemelidir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. "Dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz" diyorlardı. Başka kitaplar okudum. Diyorlar ki "Bari yaşadığımız müddetçe şen olalım". Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum..."

"Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Kendisi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir gaflettir."

"Bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz."

"Dünyada hiç bir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez."

"Artık bugün demokrasi fikri daimi yükselen bir denizi andırmaktadır. 20.yüzyıl, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür."

"Türkiye Cumhuriyetinin temeli, kahramanlığı ve Türk kültürüdür."

"Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar "Tam Bağımsızlık" ve "Kayıtsız Şartsız Milli Egemenlik"ten ibarettir.Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir..."

"Komünizm bu yurdun en büyük düşmanıdır. Görüldüğü yerde ezilmelidir."

"Türk miletine doğru ve güzeli veriniz, anlatınız, muhakkak kucaklar."

"Biz daima hakikat arayan, onu bulunca ve bulduğuna kani olunca açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız."

"İlerlemek yolunda vuku bulacam her mühim teşebüssün, kendine göre mühim mahzurları vardır. Bu mahzurların asgari hadde indirilmesi için tedbirde ve teşebbüslerde kusur etmemek lazımdır."

Mustafa Kemal Atatürk

19 Mart 2008 Çarşamba

Taklitçilik ve Taklitçi Aydınlar

Aydınlarımız kültürü diğer memleketlerde değil kendi halkı içersinde aramalıdırlar. Yüz, yüzelli yıldan beri Türk aydınları kültürü hep dışarıda aramışlar, halka inememişler, batının medeniyetini değil dış görünüşünü olduğu gibi taklide çalışmışlardır.

Yüz, yüz elli yıldan beri Türk aydınları ve Türkiye'yi idare edenler yanlış bir zihniyetin tesiri altında kalmışlardır. Bu yanlış zihniyet yabancı memleketlerdeki idareleri taklit etmekle Türkiye'yi kalkındırmaya çalışmak zihniyetidir. Bundan yüz, yüzelli yıl evvel, Türkiye'yi idare edenler, Türkiye'yi idare eden aydınlar o zamanki İngiliz, Fransız parlamento sistemini, kapitalist idare sisteminin kaba dış görünüşünü taklit etmekle Türkiye'nin bütün davalarının hallolacağını, bütün meselelerinin bir anda tılsımlı bir çözüme kavuşabileceğini iddia etmişlerdir, sanmışlardır.

Fikir hareketleri tarihimizi incelediğimiz zaman, tarihe baktığımız zaman bunu görürüz. Memleketi idare edenler, memleketin ileri gelen aydınları Fransa'daki parlâmento sistemini, İngiltere'deki meşrutiyet sistemini memlekete bir sokarsak, Türkiye'nin bütün dertleri, bütün davaları bir anda çözülecektir, iddiasında bulunmuşlardır.

Bunlar nasıl sistemlerdi? Bunlar o günkü İngiltere ve Fransa'da uygulanan kapitalist ve liberalist sistemlerdi. Bunlar taklit edilmeğe çalışıldı, taklit edildi. Fakat Türkiye için, Türk Milleti için beklenen faydayı sağlamadı. Aksine her taklit teşebbüsü Türk milletinin daha büyük kayıplara uğramasına, daha büyük gerilemelere uğramasına sebep oldu. Çünkü Türk Milleti İngiliz milleti değildir. Fransız milleti değildir. Bugün de Memleketimizde aydın geçinen bazı zümrelerde buna benzer zihniyetler görülmektedir. Bazıları yine batının kapitalizmini ve liberalizmini veya yeni liberalizmini, neoliberalizmini almak, taklit etmekle Türkiye’yi kalkındırmak iddiasındadırlar. Bazıları da Moskof komünizmini taklit etmekle Türkiye'yi kalkındıracaklarını iddia etmektedirler.

Evet, geri kalmıştık, Avrupa bizden ileriydi ama tüketimimiz de kendi yaşantımıza göreydi. Avrupa'dan alınan o eşyalar Türkiye'de yoktu. O kumaşlar, içkiler, o süslü ev eşyaları bizde yoktu. Onlara benzemek için biz bu eşyalara para verdik. Türkiye Batı devletleri karşısında bir pazar haline geldi. Bu durumda İstanbul, Ankara, İzmir... vs. birkaç büyük şehre sıkışmış; köylüyle, halkla bağı kalmamış bir aydın sınıf türedi. Maymun gibi Avrupa'nın lüksünü taklit eden bir zümre!

Kendinde medenîlik alâmetleri gören bu zümre halkı «gerici» diye küçük gördü. Bugün bunları Anadolu'nun bir köşesine vazifeye göndermeye kalksanız, gitmemek için her çareye başvururlar. 50 sene 60 sene evvel de böyleydi. Bu durumda halk baktı ki aydın kendine karşı, istediklerine karşı, inancına, örfüne karşı; aydın kendisini so¬yuyor; o halkın ona itimadı kalmadı ve milletimiz iki ayrı yaşayışta, ayrı düşüncede gruba bölündü.

Bu, 1800 senesinden beri, 178 yıldır böyle. III. Selim'den itibaren başlayan bu hareket, bu düşünce hâlâ devam etmektedir. III. Selim zamanında Osmanlı ordusunu modernleştirmek çabasına düşülmüş. Fransız ordusunun eğitim şekli alınmış, oradan subay getirilmiş, Fransız ordusunun giydiği üniforma taklit edilmiş, onların silâhları kullanılmış, fakat 10 sene sonra çökme tekrar başlamış. Çünkü o eğitim şekli, o silâhlar eskimiştir. Sebebi: Gelişmek daha iyiyi aramak faaliyeti yoktu. Her şey taklitti. Oysa bir şey almak yetmez, onu geliştirmek lâzımdır.

Sonra II. Mahmut gelmiş, kavuğu, şalvarı zorla çıkarttırmış, itiraz edenin boynunu vurdurmuş, fes, pantolon giydirmiş, tamam memleket modern oldu demiştir. Ondan sonra Tanzimat ilânı, I. ve II. Meşrutiyet, Cumhuriyet. Gene değişen yok. Hep taklitçilik ve bunun sonucu Birleşmiş Milletler raporunda dünya ülkeleri arasında 76.yız. Türk Milleti için bundan daha, korkunç bir felâket düşünülemez. Batıda görülen gelişmeleri almak ve fakat millî kültür ve medeniyetimizi yaratmak ve hiç kimsenin sığıntısı olmamak düşüncesi bizim için benimsenecek yol olmalıydı. Üçüncü Selim zamanından beri kalkınma çabalarına girişilmiş olmakla beraber bugüne kadar bir sonuca ulaşılamamıştır. Aksine olarak Türk milletinin temel sosyoekonomik konularına, meselelerine inmeyen kısır didişmeler yüzünden devamlı felâketlere ve yıkıntılara uğramış bulunuyoruz. Milletimizin sağlam bir adalet düzenine dayanan sarsılmaz bir nizama ve hummalı çalışmaya ihtiyacı vardır.

Maymun gibi Avrupa'nın lüksünü taklit eden, halkla arasında uçurumlar bulunan aydın zümreler halkımıza hiçbir şey veremezler. Onlar taklit ettikleri Avrupa'nın, kültürüne, âdet, ananesine hayrandırlar, halka yüksekten bakarlar. Türkiye'nin geri kalmasına 76'ncı sıraya düşmesine sebep bu taklitçi aydınlardır.

Türkiye'yi bu durumdan; her şey halk için, halkla beraber, halka doğru düşüncesiyle hareket eden milliyetçi aydınlar, milletini, vatanını seven onu yüceltmek isteyen Dokuz Işıkçılar kurtarabilir.

Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ

Mevlit Kandili

Türk Milleti’nin ve tüm İslam âleminin Mevlit Kandili’ni kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerken tüm Dünya’da özlenen huzur ve sükûnet ortamının sağlanmasını yüce Allah’tan niyaz ediyoruz.

18 Mart 2008 Salı

Çanakkaleyiz Arkadaş!

Çanakkale, bir saldırıya karşı, etten ve kemikten bir savunmanın adıdır. Ülkenin her köşesinden, dağ başlarından, köylerden kopup gelen çocuk yaşta gençlerin, ana kuzularının aslana dönüştüğü yerin adıdır. Ana kuzuları, Kınalı Kuzular… Her kınalı kuzu, bir kahramandır, bir destandır.

Bir buluşma esnasında Mısır Devlet Başkanı Atatürk'e sorar;

-" Ekselans benim milletimin de sizin milletiniz gibi hürriyete ve istiklâle ihtiyacı var. Bunu nasıl temin edebiliriz? Tıpkı sizin Çanakkale Boğaz Savaşında Düvel-i Muazzama Ordusuna karşı kazandığınız zafer gibi bizim de böyle bir ordu ve stratejiye ihtiyacımız var. Bize bu konuda yardım edebilir misiniz? "

Mustafa Kemal:

-" Vatanı için şehit olacak bir buçuk milyon Mısırlı genciniz varsa bu işi yapabiliriz. Bunun haricinde olmaz! "

-" Maalesef bizim öyle ölecek bir buçuk milyon Mısırlı gencimiz yok." der Mısır Devlet Başkanı. Mustafa Kemal de şöyle tamamlar konuşmayı:

-" O zaman sizin de hürriyet ve istiklâle hakkınız olamaz."

İstiklâl ve hürriyetimizin teminatı bu büyük zaferimizin 93. yılını kutluyoruz. Sınırları binlerce şehidin kanıyla bir kez daha çizilmiş ve dünyaya ilan edilmiş büyük Türkiye ve Türk Milleti şehitlerimize minnettardır. Bu gün gerektiğinde vatan toprakları uğruna gözünü kırpmadan şehit olan vatan evlatları bu güçlerini 1915 ruhundan almaktadırlar.

Bizler bu özel günlerde; hala İstiklal marşımızın anlamını ve önemini tartışmakta isek yanlış yapıyoruz demektir. Hala vatan topraklarının sınırlarını kendi aramızda uzlaşıya götürmeye çalışıyorsak hata ediyoruz demektir. Memleketimiz ve milletimizin önceliklerini başka ağızlarda belirlemeye ve söyletmeye çalışıyorsak yanlış yapıyoruz demektir. Türk tarihinin kendi kendiyle beslenen, kendi milleti ve gücünden başka bir yerden güç almadan kazandığı en büyük zaferden güç almıyorsak yanılıyoruz demektir. Bu kahraman vatan evlatlarını anmıyor, yad etmiyor, ziyaret etmiyor ve öğretmiyorsak çok yakında pişman olacağız demektir.

Tarihin bu soylu sayfasını bütün Türk milletine, özellikle bütün evlatlarımıza bir an önce anlatmalı, öğretmeli ve yaşatmalıyız. Anzakların şafak ayininde onların yanında olan herkesin bu güzel zafer gününde de kendi zaferinin gururuyla davranmasını sağlayabilmeliyiz. Türk milleti; bu tarihi mirası göğsünü gere gere anlatacak eğitimcilerimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla yaşamaya ve yaşatmaya devam etmelidir.

Bizler de bu büyük zaferimizin 93. yılında İstiklâl ve hürriyetimizin teminatı vatan evlatlarını, bütün şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygı ile anıyoruz. Aziz ruhları şâd olsun. Türk’ün başarısı ve insan sevgisi bir kez daha tüm dünyaya ibret olsun.

Bir dirilişin yaşanmış destanıdır Çanakkale!

Uzak diyardan toplanan vatan evlatlarının,

Var olma kavgasıdır Çanakkale!
Ben Çanakkale’yim,
Sen Çanakkale’sin
Biz Çanakkale’yiz arkadaş!
Çanakkale gibi geçilmez.
Çanakkale gibi boyun eğmez...

16 Mart 2008 Pazar

“Küresel Kimlik” Karşısında Ülkücü Dünya Görüşü

Zaman ve hatta mekan kavramları ile ilgili tespitler yaparken; elbetteki zamanı ve mekanı sabit, durağan ve değişmez mevhumlar olarak değerlendiremeyiz. “Her günü, aynı günmüş gibi” yaşayan insanlar; rutinliğin, monotonluğun, sıradanlığın veya tekdüzeliğin sebebini kendi hayatlarında aramalıdırlar. Zamanın hızını değerlendiremeyenler bunun bedelini çok ağır öderler. Zaman, kendisini ciddiye almayan için, keskin ve acımasız bir kılıç gibidir.

“Her sabah dünyanın yeniden kurulduğu” gerçeği, karşılaşılan her türlü sorun, tehdit, engel ve tehlikelerin de yeniden şekillenmesi ve hatta bazen çıkılmaz bir hale gelmesidir.

Ancak unutmamak gerekir ki sorunlar ve engeller bir taraftan hızla güçlenirken, diğer taraftan da fırsatlar, bunalımlardan çıkış yolları, yakın ve uzak vadedeki hedefler ve farklı seçenekler de gündeme gelmektedir. Asıl mesele, bu durumu kavrayıp değerlendirebilecek donanıma ve fikir sancısına sahip olabilmektedir.

Milli olamayanın, evrensel olamayacağı gerçeği sürekli geri plana itilmektedir. Bu tabloda toplumlar, küresel anlamda “birbirine benzeşirken”, kimlik anlamında “kendilerine yabancılaşmaktadır.”

“Benzeşerek yabancılaşma” ifadesinin temel nedeni, küreselleşmeci sermayenin dayatmalarının sonuçları, toplumların içinde bulunduğu durum ve giderek derinleşen bunalımlarla ilgilidir. Öyle ki kimliğinden koparılan insan; başkalaşarak, yabancılaşarak ve yozlaşarak “küresel kimlik” girdabının içinde çırpınmaktadır.

Özünden kopmak, değerleri yozlaştırmak, ahlak, inanç ve hoşgörü gibi hasletleri unutmak, şiddetin, zulmün ve duyarsızlığın esaretine düşmek bu “yeni dünyanın insanını” ve insanlığın tamamına dayatılan “küresel kimliği” kısaca tarif eden temel unsurlardır.

Başbuğumuz merhum Alparslan Türkeş’in de defaatle belirttiği gibi artık bir ‘Sessiz Harp’in içerisinde olduğumuzu unutmamak gerekir. Yani günümüz Dünya olaylarının kilit konuları ideolojik olmaktan çok felsefi ve kültüreldir.

Düşmanın aslında kim olduğunu da açıkça görmek zordur. Ancak kimliğini tarif etmek de bir o kadar kolaydır. Bugünkü düşman ‘küreselleşme’ ve ‘emperyalizm’dir.

Tabii ki askeri emperyalizmin imkânsızlığını gören ‘emperyalist güçler’, artık ‘kültür emperyalizmi’ni gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Kültür emperyalizmi, asırlar içerisinde uzun bir tarih zarfında geliştirilen ‘milli şahsiyeti’ meydana getiren manevi ve mukaddes unsurların birer birer harcanıp tüketilerek başka kültür öğelerinin istilasıyla terk edilmesidir.

Bunun için de en büyük yardımcıları küreselleşmedir. Emperyalist güçler, küreselleşmeyi özellikle ‘kültürel alanda bir yozlaşmayı’ meydana getirmek amacıyla kullanmaktadırlar.

Bu emperyalist güçler, bir devleti ve milleti ayakta tutan, milletin geleceğe umutla bakabilmesini sağlayan ‘milli kültür’ün amaçlarının gerçekleştirilmesindeki en büyük tehlike olarak görmektedirler. Türk milleti üzerindeki bu kirli oyunlar yeni değildir; aksine neredeyse tarih ile yaşıttır.

Muhteşem bir tarihin mirasçısı olan, nice acılar karşısında dimdik ayakta duran Türk Milleti’nin gelecek asra damga vurması bir hayalden ibaret değildir. Ancak küreselleşme sürecini tarihin derinliklerinden gelen derin bir şuur haliyle okumadan, çalışmadan, yorulmadan, emek sarf etmeden; bu sürecin sunduğu imkanları değerlendiremeyiz.

İşte tam bu noktada, Türk Milliyetçiliği fikriyatı temelinde şekillenen Ülkücü dünya görüşünün, küreselleşmenin dayatmalarına karşı çağrısı şudur;

Risk almayan, zahmete katlanmayan, sorgulamayan, değerlerine sahip çıkmayan, fikir ve tavır geliştiremeyen, iddiasız, itirazsız, şuursuz ve inançsız fertler bu yeni dünyada “küresel kimlik girdabına” girecek ve bu çıkmazın içinde “mankurtlaşacaktır.”

Böyle fertlerin çoğaldığı toplumlar, küreselleşmeyi dayatan emperyalist odakların gölgesinde kalacak; vatan, devlet, bayrak, egemenlik ve milli kimlik gibi değerlerinden yoksun kalacaktır.

Hürriyetini ve istikbalini ipotek altına bırakan, emperyalizmin merhametiyle karnı doyan toplumlar; kendi öz yurtlarını “tok esirler ülkesi” haline getireceklerdir.

Milliyetçilik fikri, emperyalizme karşı mücadele edebilecek yegane fikirdir.

Türk Milliyetçiliği fikri, Türk Milleti’nin kurucu iradesi ve yükseliş ruhu olarak emperyalizmle yarım kalan hesabına asla son vermemiş ve son sözünü söylememiştir. Küreselleşmenin imkan ve nimetleriyle; fertleri, toplumları, devletleri ve kıtaları kuşatan emperyalizm karşısında Türk Milliyetçiliğinin de “cihanşümul üslubu ve mefkureleri” dimdik ayaktadır.

Bu sebeple Türk Milliyetçilerinin “Lider Ülke Türkiye” hedefi ve “Türk Çağı’nı” 21. asırda yeniden inşa etme iddiaları ile, Büyük Türk Milleti’nin tarihi misyonuna yakışan milli ve evrensel vizyonu, kimilerinin karalamaya çalıştığı gibi içi boş, anlamsız “bayramlık nutuklardan” ibaret değildir.

Tehdit ve tehlikeler karşısında aciz bırakılan, icazet almadan irade ortaya koyamayan, boyunduruk altında tutulan, belli bir çerçevenin dışına çıkarılmayan, emperyalizmin tuzakları karşısında boynu bükük kalan, ekonomisi bağımlı hale getirilmiş bir Türkiye asla kendine yakışanı yapamaz, asla kendi olamaz.

Türk Milliyetçiliği, 20. asrın başında olduğu gibi, 21. asırda da Türk Milleti’nin yükseliş iradesi olacaktır. Zahmetli, çileli, sıkıntılı ve alın teri gereken bu yolda, küresel emperyalizmin dayatmalarına karşı Türkiye muhakkak “cihanşümul çağrısını” insanlığa duyuracak ve “mefkuresini” gerçekleştirecektir.

Başbuğumuzun, biz ülkücülere en büyük emaneti olan “Büyük Ülkünün” ışığı,Ülkücü Harekete, 2023’ün Lider Ülkesini muhakkak kurduracaktır. 2023’ün lider Türkiye’sinin banileri olacak Ülkücü Türk gençliği; Sayın Genel Başkanımızın gösterdiği hedefler doğrultusunda, bir daha ki yüzyılın, bir daha ki çağın “Türk’e ait” olması için durmadan, yorulmadan çalışacak ve tüm cihanın beklediği güneş, bir kez daha Türk çağı ile doğacaktır.


Harun ÖZTÜRK
Ülkü Ocakları
Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı

Kan ve Yağmur

* Milli Mücadele kahramanlarına, İstiklal Marşımızın kabulü ve Milli Şairimiz Mehmet Akif’e ithafen,

Sihirli bir el, tozlu tarih kitabımın sararmış sayfalarından birini açıyor. Yanlış mı görüyorum diye gözlerimi ovuşturuyorum ama hayır, doğru. Harfler yavaş yavaş eridi ve o siyah-beyaz görüntüler yerleşti yazıların yerine. Askerler görüyorum; yığın yığın askerler; uykusuz, susuz, aç ve yorgun, ama güçlü askerler. Toplar, tüfekler, cesetler, kanlar....

İnsanlar karınca gibi, bir o yana bir bu yana koşuyorlar. Çocuklar ağlıyor, yaşlılar yorgun gözlerle olup biteni izlemek yerine, tutmayan bacaklarına rağmen bir şeyler yapabilmek için yırtınıyorlar. O da ne? Kadınlar da var. Hem de öyle yürekli, öyle azimliler ki... Tozdan dumandan göz gözü görmüyor. Komutanlar bağırıyor, hem emrediyor hem de kendi buyruklarını ilk önce kendileri uyguluyorlar.

Karşı tarafa bakıyorum: tek tip lejyonerler. Ruh yok, istek yok; ama güçlüler. Paraları, silahları, makineleri var. Bu insanlar delirmiş mi diyorum kendi kendime. Nereye kadar tutunabilirler bu teknoloji karşısında? Ne garip insanlar bunlar diyorum.

Bir dakika bir dakika! Savaş kızıştı. Helal olsun be ihtiyar delikanlı, nasıl vurdun o burnu büyük albayı. Dur küçük çocuk dur! O sopayla başaramazsın o koca tüfekle baş etmeyi. Koşun kurtarın, göz göre göre gidiyor çocuk! Of yapmayııınnn! Ne gerek vardı o günahsızın tazecik kanının da diğerleri gibi toprağı sulamasına. Doymadın mı zalim toprak? Daha ne kadar kurban istiyorsun? Teyzeme bakın, nasıl koşuyor cephane yetiştireyim yavrularıma diye. Ama o da ne? O da yiyor adres bilmez kurşunu sırtına.

Aman Allah’ım, yeter bu zulüm artık! Kapamak istiyorum, kapanmıyor şu lanet olası kitap. Ecdadımın katlini izlemek için açmadım ki ben bunu.

Ama durun durun! Bütün bu vahşet kalktı ortadan, bak güneş nasıl da gülümsüyor dağların ardından."Nereye kadar tutunabilirler?"demiştim ya, cevabımı aldım ben. Sadece ben mi? Tüm dünya aldı bu cevabı yüzlerine inen ağır bir tokat gibi.

Bu yağmur aydınlık geleceğin habercisi. Yavaş yavaş, ama sertçe dökülüyor. Her damlası bir hançer gibi saplanıyor o zalimin göğsüne, bu insanlara yaşattıklarının öcünü almak istercesine. Her damla koca bir insanın bütün kanını temizliyor ve yepyeni umutlar ekmemiz için hazırlıyor toprağı.

İnsanlar buruk, ama nasıl da mutlu ve gururlular. Alınları açık, başları dik, bir daha bu günleri yaşamamaya ve yaşatmamaya yeminli, emin adımlarla ilerliyorlar. Dünya yeniden yaratılıyor sanki. Ağaçlar, dağlar, denizler, kuşlar ölmüşlerdi ya, diriliyorlar artık. Esaret zincirleri kırıldı, dev uyanık bundan sonra. Heeyy! Size söylüyorum satılık ruhlar! Dinleyin beni.

Ve bir bayrak oluşuyor nur ile. Gurur bekçilerinin kanlarıyla hayat bulmuş coşkun ırmaklar gibi akan; ölümümüzü de dirilişimizi de yukarıdan izlemiş, insanlarımızın yüreklerindeki inanç ateşi kadar parlak olan "ay ve yıldız"a da hükmeden bir bayrak. Ve o marş... Sonbahar rüzgârlarıyla beraber kulağıma cesaret ve umut ninnileri fısıldayan o marş...

Aaa! Kitap kapanmış. Ama dur! Marş devam ediyor ve sonsuza kadar da devam edecekmiş gibi görünüyor. Ne diyordun güzel sesli bülbül:

"Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!"

Ece BAĞCIBAŞI

Pkk Siyasallaşırken

Siyasal yaşamımızdaki en önemli defektlerimizden biriside, çözüm bekleyen sorunlarımızı sadece o an ki var olan koşullar içerisinde değerlendirmemizdir. Ne yazık ki sorunları bulunulan noktaya taşıyan süreçteki yaşananları gözden kaçırıyoruz. Var olan bir sorunun ortaya çıkmasına, daha sonraları da hayati önem arz etmesine katkılar sağlayan faktörleri dikkate almadan, doğrudan o an ki şekli ile çözümler aramak, onun sonradan daha da ciddi bir yapı ile karşımıza çıkmasına neden oluyor. Yani! kalıcı radikal çözümler yerine, günü kurtarıcı palyatif tedbirlerle sorunların üzerini örtmek, o problemin daha da karmaşıklaşmasına hizmet etme anlamını taşıyor.

Avrupa parlamentosu karma komisyonu eş başkanı Joost Lagendijk'in 16-2-2005 tarihinde yaptığı açıklamasında söylediği " TSK'nın Güneydoğuda ki Teröre karşı verdiği mücadelesi SALDIRGAN ASKERİ OPERASYONLARDIR. AKP hükümeti derhal TSK'yı kontrol altına almalıdır. Aksi takdir de AB'ye giremezsiniz." şeklindeki Sözleri, Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT'ın "Bunlar Türkiye Cumhuriyetini uyandırması gereken ÇAN SESLERİDİR" şeklindeki anlam dolu cevabı ile karşılık bulmuştu.

Ancak aynı AB, Başbakan Erdoğan'ın 5 Kasım da başkan Bush la yaptığı görüşmesinin ardından, Türkiye’nin Kuzey Irak a gerçekleştirdiği askeri operasyonlarına, bırakın karşı çıkmayı "Türkiye yi anladıklarını? İfade ederek, neredeyse destekledi. İşte AB’nin bu ani tavır değişikliği PKK'nın siyasallaştırılması için düğmeye basıldığının ilk işaret fişeğiydi. Beyaz sarayda varılan anlaşma sonrası öncelikle kuzey Iraktaki Kürt devleti tanınacak, sonrasında da PKK siyasallaştırılacaktı.

Ortadoğu petrol kaynaklarını ele geçirmek ve İsrail'in güvenliğini tesis etmek için, Kürdistan'ı kurmak amacıyla milyarlarca dolar harcayan ABD'nin, bu amacından vazgeçmesi mümkün olamayacağına göre, daha önce destek vermediği, Türkiye'nin Kuzey Irakta ki PKK'ya yönelik operasyonuna, sonradan destek vermesinin, ancak, AKP Hükümetinin Kuzey ıraktaki kürtdistanı tanımaya söz vermesi ile mümkün olacağını tahmin etmek, hiçte zor değildir.

Kaldı ki ABD'nin, silahlı Kuvvetler dergisin de ve de Senatosunda ki broşürlerin de yayınlanan, Türkiye'nin Güneydoğusunu da içeren Büyük Kürdistan'ın kurulması için takip ettiği yol haritasının, öncelikle Kuzey Irakta ki Kürdistan'a legallik kazandırılması, ardından da yapılacak olan bir referandumla Güneydoğumuzun da bu Devlete katılması olduğu, artık gizlenemeyen bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. İşte güneydoğuda referanduma gidecek bu sürecin başlatılması için öncelikle PKK'nın siyaset sahnesine sokulması gerekiyor. Çünkü AB ve ABD gerek TSK'nın gücünün gerekse de Türk milletinde ki MİLLİYETÇİ hissiyatın güneydoğunun silah gücüyle Türkiye den koparılmasına müsade etmeyeceğini bildikleri için, hedefe giden yoldaki B planlarını devreye sokarak amaçların erişmeye çalışmaktadırlar. Bu planın ana dayanağı ise etnik ayrımcılığı körükleyecek sözde demokratik hak söylemleridir. Bu konudaki kamuoyu oluşturma girişimlerini de SÖROS destekli TESEV benzeri sözde sivil toplum örgütleri aracılığı ile yapmaktadırlar. Sanki " Ağıyı altın tas içerisinde sunarlar balda suç ortağı olur " sözü, tamda bu durumu anlatmak için söylenmiş diye düşünüyorum.

Oğluna Süleymaniye de Türk Askerlerinin başına çuval geçirilişini kameraya kayıt etme talimatı veren Talabani, en üst düzeyde ağırlandığı Çankaya köşkünden KÜRDİSTANI ilan ederek ayrılıyor, arkasından da pkknın siyasi uzantısı olan DTP ekibi Çankaya da ağırlanıyor. Hem de bu Ahmet Türk'ün sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşmuş PKK paçavrasını simgeleyen kravatı sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşmuş PKK paçavrasını simgeleyen kravatı eşliğinde gerçekleşiyor.

Daha bu olanlar karşısında ki şaşkınlığımız geçmeden, Son olarak ta Amerikan gazetelerinden Başbakan'ın KÜRT PAKETİNİ yürürlüğe sokacağını öğreniyoruz. Kim bilir beklide Sayın Erdoğan, Osman Baydemir'in 8 eylül 2005 tarihinde Strasbourg’da ki Avrupa birliği Parlamentosundan kendisine yaptığı “Mademki Kürt sorunu benim sorunumdur diyorsunuz, O zaman bunun altını doldurmalısınız!.” çağrısının gereğini şimdi yerine getiriyordur. Anlayacağınız size yok denilse de PKK iyice siyasallaşıyor. Hatta siyasallaştı bile. MHP Lideri Bahçeli'nin aylar önce söylediği " PKK mecliste sağımızda oturuyor " sözleri de, bunun açık kanıtıdır. Siz Sayın Erdoğan'ın DTP ile kavga ediyormuş görüntüsüne sakın aldanmayın. Çünkü o bu işin gerçeğini kamufle etme sanatının icrasından başka bir şey değildir.

Yalçın GÜZELHAN

12 Mart 2008 Çarşamba

Türk Milliyetçiliği Üzerine - Galip Erdem

Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini küçümsediğimiz bir manâ asla çıkartılmamalıdır...

4 Mart 2008 Salı

NE OLSUN?

Misafir Bey, evin afacan çocugunun yanagini sIkIp soruyor:
"Büyüyünce ne olacaksin, yavrum?"
"Hayali ihracatçi, vurguncu, firsatçi..." "...!"
Konken partisinden sonra yorgunluk viskisi yudumlayan bayan, bir kösede moda dergilerini karistiran küçük kiza sesleniyor:
"Ay! Ne seker seysin sen. Söyle bakalim idealindeki meslegin nedir?"
"Genelev patroniçesi olacagim..."
"....!"
"Amcasi benim aslan oglum, çok terbiyelidir. Kimsenin hakkini yemez, fakiri, mazlumu korur, kimseye zorluk çikarmaz..."
"Ne diyorsun baba yaa! Yetimin de yoksulun da hakkina el koyacagim; düsene bir tekme de ben vuracagim; rüsvetsiz is yapmiyacagim; karimi bosayip sekreterimle evlenecegim..."

Uzatmaya gerek yok.
Her ne kadar hayali olsa da yukaridakilere benzer sözlerin bazi evlerde sarfedildigini zannediyoruz. Ögretmen ders anlatirken talebe, o konunun yazilida çikip çikmiyacagini soruyorsa; üç yasindaki çocuk agabeyine "bana kola almazsan sigara içtigini babama söylerim" diyorsa; bir anne, yavrusuna"Bu gece altini islatirsan seni yarin gezmeye götürmem" sözünü sarfediyorsa; bir esnaf, en iyi "kalem oynatan" muhasebeciyi arastiriyorsa; bir müteahhit 60 santimetrekarelik duvari 30 santime indirme hesabi yapiyorsa, yarinimizin iyi olabilecegini söyliyebilir miyiz?

Tembellik, bencillik, gaddarlik, arsizlik bulasici bir hastalik gibi hizla yayiliyor...
Insanlara namusuyla, alinteriyle para kazananlar; bileginin gücüyle, yetenegiyle meshur olanlar; üretenler, herkese esit muamele edenler örnek olarak gösterilmiyor. Ya ne yapiliyor? Çirkinin reklâmi, kötünün propagandasi, iyinin yuhalanmasi!...
"Helal olsun adama yahu! Sekiz tir dolusu kaçak mali gümrükten nasil da geçirmis..."
"Vay uyanik vay! Bakiri altin diye devlete kakalamis..."
"Bikini defilesine çikan mankenler daha çok para aliyormus!"
"Allah'in beyinsizi! Kendisine rüsvet olarak Mercedes veren isadaminini suçüstü yakalatmis...?"
"Salak asker! Sevki Ízmire çikinca "Beni doguya gönderin" diye komutanlarina yalvarmis..."

Dagadaki çobandan devletin en yüksek mevkideki memuruna kadar herkes, bu ülkede birilerinin "hayali" ihracat yaparak trilyonlari iç ettigini biliyorsa ve buna ragmen, bir tane hayali ihracatçinin malvarligina el konulmamissa; bilmem kaç milyar rüsveti nasil ve kimlerden aldigini, isin içinde hangi siyasi tesekkülün oldugunu anlatan adama sekiz sene gibi bir "ceza" veriliyorsa...

Bölücü-marksist eskiyayi lojmanda barindiran, devletin doktoruna tedavi ettiren; Avrupa'da Türkiye aleyhine propaganda yapan; "Üzerinde haki renk elbise olan herkes düsmandir" diyerek Mehmetçigi hedef gösteren "dokunulmaz" hainler Kizilay'da asilmiyorsa; (asilmak fiilinden demokrat beyler ve bayanlarin öfke sarasi tuttu veya nazik mideleri bulandiysa, belediye itlaf ekiplerinin yaptigi zehirleme fiilini kullanabiliriz!) "Vicdansiz evlat: Kardesine tecavüz ettigi için öz babasini öldürdü!" gibi haberlerle suç/suçlu tesbiti yapiliyorsa, memlekette bir seyler oluyor demektir.Memlekette birseyler olurken, çocuklarimiz elbette vurguna soyguna yönelecek; rüsve yemeyi tabii sayacak; kadin tacirligi yapmayi vergi rekortmenligine (!) ulastirdigi için "itibarli meslek" bilecek...

Efendiler!

Ya çocuklarimiza Türk ve Íslâm tarihinden büyük sahsiyetleri tanitarak sevdirelim, ya da "büyüyünce ne olmak istiyorsun?" sorusunu sormayalim..

(Ülkücüye Mektup)

Türkçemize Sahip Çıkacak Devlet Politikamız Nerede?

2004’ün Ekim ayında, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından hazırlanmış olan “Azınlık Raporu” nda şöyle görüşlere yer veriliyor:

“…Anayasanın 3. maddesi : ‘Türkiye Devleti, Ülkesi ve Milletiyle bir bütündür. Dili Türkçedir.’ Devletin bölünmez bütünlüğü tüm dünyada tartışılmazdır. Fakat ‘Milletin bölünmez bütünlüğü’ kavramı bizlere doğal gelivermekle birlikte, bir Batılıya son derece terstir. Çünkü bu terimi kullanmak milletin tek parça olduğunu söylemektir ki, Milleti oluşturan çeşitli alt kimlikleri inkârı anlamına gelir. Diğer yandan ‘Devletin dili Türkçedir.’ ibaresinin anlamak hepten imkânsızdır. Çünkü devletin dili olmaz.

Başbakanlık Danışma Kurulunun bu raporunu hazırlayanlar kimlerdir, bu raporu hangi düşünceyle hazırlamışlardır, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, onların, Türkiye’yi bölmeye çalışanların ekmeğine yağ süren bu görüşlere kesinlikle itibar etmeyeceği, etmemesi lazım geldiğidir.
Raporda geçen “Devletin dili olamaz, Milletin bölünmez bütünlüğü batıya terstir.” Sözüne, BİHDK’nun emsal gösterdiği batılı devletlerdeki uygulamalara cevap verelim.

Batılı ülkelerden Fransa’yı ele alacak olursak bu ülkede ayrı ayrı dillerden, ayrı ayrı ırklardan ve ayrı ayrı etnik kökenlerden pek çok halk kesimleri vardır. Ama bu sosyal etnik kesimlerin devlet dili olarak Fransızcadan başka bir dil kullanmalarına izin verilmektedir.

Nitekim Fransız Parlamentosu’nun 1994 Ağustos’unda çıkardığı Fransız dilinin kullanımına ilişkin yasada geçen bazı hükümler şöyledir:

“ Anayasa’da Cumhuriyetin dili olarak kabul edilmiş olan Fransız dili Fransa’nın kimliğini ve ata mirasını belirten temel unsurdur.”

“ Eğitim, çalışma, kamusal ilişkiler ve hizmetler için kullanılacak dil Fransızcadır.”

“Bir malın, ürünün ya da hizmetin adında, sunuluşunda, tanıtılmasında, kullanma ya da yararlanma kitapçığında… Fransız dilinin kullanılması zorunludur.”

“Yazılı, sözlü ya da görsel ve işitsel her türlü reklam ve tanıtım için de aynı hükümler uygulanır.”

“ Kamu hukuku tüzel kişilerin veya kamu hizmeti gören özel kişilerin taraf olduğu sözleşmeler, konu ve biçimleri ne olursa olsun, Fransızca yazılır. Bu sözleşmelerde aynı anlamda Fransızca karşılığı bulunmuyorsa, yabancı dilde bir deyime, ya da sözcüğe yer verilmez.”

“Fransa’da Fransız uyruklu gerçek, ya da tüzel kişilerce düzenlenen bir gösteri, kolokyum, ya da kongreye katılan herkes görüşlerini Fransızca anlatmak hakkına sahiptir. Programı sunmak üzere toplantıdan önce ya da toplantı sırasında dağıtılan belgelerin Fransızca yazılmış olması gerekir; bunların bir ya da birkaç dilde çevirileri de bulunabilir.”

Fransız yasasından bu örneği verdikten sonra bir de bu ülkeden örnek bir olay aktaralım: Fransa Eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2006 yılının Mart ayında yapılan AB zirvesinde, bir Fransız işadamının liderlere hitaben Fransızca konuşmak yerine İngilizce konuşmasını protesto ederek salonu terk etmiştir.

“Devletin dili olmaz” ve “Milletin bütünlüğü Batıya terstir” laflarının Batı dünyasının gerçeklerine göre ne yalan ve tutarsız olduğu görülüyor.

Bu laflar, sömürgeci güçlerden telkin ediliyor ve dayatılıyor. Sömürgeci ülkeler, bize böyle ayrılıkçı düşünceleri ve politikaları dayatarak ve Türkçemizden vazgeçirmeye çalışarak milli bütünlüğümüzü yıkmak istiyorlar, ama kendileri, “Devlet dillerini” ve dolayısıyla milli bütünlüklerini korumakta büyük hassasiyet gösteriyorlar. Bizler Türk milliyetçileri olarak bu konun üzerine gitmeye devam edeceğiz. Atatürk’ün de dediği gibi: “Türk demek, Türkçe demektir.”

Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde Ermenice seçmeli ders olarak ders programına girdi. Ermenistan’a devletimiz yaptırım uygularken bizdeki bazı çevreler onları yüceltmeye, övmeye devam ediyor. Ben Ermenicenin öğretilmesine karşı değilim lakin bu konuyla ilgili bir gazetemizde çıkan haberde “Üniversitenin dil programlarında uyguladığı yaklaşım doğrultusunda Ermenice, kültürel tarihle birlikte öğretilecek. Ermenice, Osmanlı tarihi üzerine çalışan araştırmacıların farklı kaynakları tarama becerisi kazanması açısından önem taşıyor. “ ibaresi beni düşündürüyor. Umarım bu sayede Ermenice yazılmış belgeleri aslına uygun bir şekilde çevirirler. (bu belgelerde yazılan bilgilerin doğruluğu da büyük bir soru işareti tabiî ki.) Burada diğer bir dikkat çeken unsurda kültürel tarihle birlikte öğretilmesi. Bir zamanlar aynı coğrafyada, aynı ülkede yaşamız olmamıza rağmen tarihi açıdan birçok alanda ortak olmamız gerekirken tam tersi bir durum söz konusu. Yabancı dilde eğitimin de sömürge devletlere köle nesiller yetiştirme yöntemi olduğunu belirtmek isterim. Bir Türk Milliyetçisi olarak açılmış olan bu dersin takipçisi olduğumu belirtmek isterim.

Pekâlâ, bizler Türkçemize, dolayısıyla milli bütünlüğümüze karşı sömürgeci oyunlara nasıl karşı koyacağız?

Sadece “ Devletin resmi dili Türkçedir” yasasıyla karşı koyabilmenin mümkün olmadığı görülüyor. Öyleyse ne yapılmalıdır?

Önce Türkçemizi koruyacak ve sahip çıkacak devlet politikaları geliştirilmelidir. İnsanlarımıza da Türk diliyle ilgili hassasiyetleri güçlendirecek programlar ve projeler oluşturulmalıdır. Nasıl şehitlerimizin kanıyla oluşan bayrağımıza saygısızlık yapıldığında tepkimizi gösterdiysek, ses bayrağımız olan Türkçemize aynı özeni göstermeli, milli bütünlüğümüzün bu mihenk taşına sahip çıkmalıyız.

En az bunlar kadar önemli olan bir diğer noktada, devletin ve siyasetin sorumlularının Türkçemize göstermiş oldukları samimi duyarlılıktır. Bu hassasiyete kendilerini inandırmalı ve Türk Milletine önce kendileri örnek olmalıdır.

Özellikle Türkçe karşıtı uygulamalara tepki göstermekte örnek olmalıdırlar. Fransız Cumhurbaşkanın yaptığı gibi…

2023’ün Lider Türkiye’sinin güçlü bir dille gerçekleşeceğine inandığım için, buna kısa bir sürenin kaldığına dikkat çekerek, Türk dilinin Türk Milli varlığının direği olduğunu hatırlatmak isterim.


Tanrı Türkü Korusun Ve Yüceltsin!

Burhan ALTINBİLEK

Adı Fehmi Koru Allah’ım Bizi Bunlardan Koru

Bu başlığı niye mi uygun gördük? Sebebi, Türkiye’de milli ve manevi değerleri korumak istiyorsak, öncelikli olarak Fehmi Koru gibi tiplerden, Türk insanının etkilenecek beynini korumamız gerektiği inancının, yaşanan bunca tecrübeden sonra bizde köklü kanaat oluşturmasıdır.

Fehmi Koru’nun “MHP’nin kimlik Sınavı” başlıklı yazısını da okuyunca, o kanaat bizde değişmez inanç olmuştur.

Fehmi Koru, “MHP’nin kimlik Sınavı” yazısında, MHP’nin başörtüsü yasağını çözmek için AKP ile yapmış olduğu mutabakatta, AKP’nin buna uyma konusunda adeta nazlanması ve MHP Lideri Dr.Devlet Bahçeli’nin de “Bizim siyaset anlayışımıza göre, ortaya koyduğumuz ilkeler ve vardığımız mutabakatlar, günübirlik ve gelişigüzel alınmış kararlar değil; ahlaki ve siyasi duruşumuzu belgeleyen çok önemli ve vazgeçilmez taahhütlerdir. İster yazılı, ister sözlü olsun bizim şeref ve haysiyet vesikalarımızıdır.” şeklinde siyasi karakter dersi vermesi, Fehmi Koru ve benzerlerini rahatsız etmiş olmalı ki, MHP’yi akıllarınca kimlik sınavına tabii tutuyorlar.

Siz kimsiniz ki, Müslüman Türk’ün hürriyeti için her bedeli ödemiş MHP’yi kimlik sınavına tabii tutuyorsunuz?

MHP, samimi bir şekilde üniversitelerde başörtüsü yasağı ile mağdur edilen öğrencilerin, bu mağduriyetinin ortadan kaldırılması için somut bir adım atıp, sonuca ulaşıyor ama AKP, yeni kaoslar yaratmak için MHP ile yola çıkarken alınmış olan mutabakatı sulandırmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor.

Fehmi Koru gibilerde bu sulandırma işini meşrulaştırmak için televizyon ekranlarını, gazete köşelerini AKP’ye hizmet için kullanıyorlar.

CHP, sosyal kaos için yıllardır elinden gelenleri yapıyor. AKP de son beş yıldır Türk siyasetinde her türlü kaosun mimarlığını yapıyor. AKP ve CHP el ele sürekli kaos için siyasi eylem ve söylemlerde bulunmuşlardır.

Bu iki partinin kaos malzemesi olarak kullandıkları başörtüsü yasağı, MHP sayesinde çözüm yoluna girmiştir. Bu durumu, Türkiye’deki aklıselim sahibi herkes anlamış ve görmüştür. AKP, bu durumdan rahatsızdır ve aslında başörtüsü yasağının ortadan kalkması işlerine gelmemektedir.

AKP’nin geçtiğimiz beş yıl içinde, başörtüsü yasağı konusunda ortaya koyduğu eylem ve söylemler ortadadır. Çözmek için bir tane dahi adım atmamışlardır.

Başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda “Bunun bedeli var. Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz. Niye? Çünkü daha önce ödenen bedeller var.” Ve “2002 seçimlerinde benim vatandaşlarıma böyle bir sözüm yok. Ben böyle bir söz vermedim. Kimse kalkıp da ne televizyon, ne yazılı medya, ne basın bunu söyleyemez, bunu ispat edemez. Yok böyle birşey.” sözlerini kullanmış olan Recep Tayyip Erdoğan’ın son olarak İspanya’da yapmış olduğu konuşmada “Türban siyasi simge olabilir” sözleri, bu meselenin tamamen çözümsüzlüğüne yönelik sözlerdi. Çünkü bu söz, başörtüsü karşıtlarının elini güçlendirmek için söylenmiş sözdü. Bu sözlerin devamında “Bu meseleyi çözeceğiz” demesi de, beş yıldır oyaladığı meseleyi, daha yıllarca oyalayacağına dair taktik kurnazlığı idi.

MHP bu kurnazlığı bozmuştur.

Somut öneri ve adımla AKP’yi çözümde ortak hareket etmeye zorlamıştır. AKP, MHP’nin hiç beklemediği hamlesi karşısında çözüm yolunda yürümek durumunda kalmıştır. Ama çözüm yolunda yürürken bile, kaos genleri bir türlü rahat durmamaktadır.

MHP, üniversitelerdeki başörtüsü yasağını düzen, intizam ölçülerinde, kaosa sebebiyet vermeden çözme taraftarı ama AKP yola çıkarken verdiği sözlere uyma konusunda sadık davranmamaktadır.

YÖK Kanunun Ek–17. maddesinde yapılması kararlaştırılan değişikliği sulandırmaya bırakan AKP’nin bu tavrı başörtüsü yasağı konusunda kaosa devam etme kararlılığından başka bir şey değildir.

MHP, başörtüsü yasağına mağdur öğrencilerin penceresinden, AKP de yıllardır yaptığı gibi siyasi rant açısından yaklaşmaktadır.

Ek–17. madde konusunda yapılan mutabakata uymayan AKP ve AKP’nin memuru gibi hareket eden YÖK Başkanı Üniversitelerde kargaşa ve kaos tohumları ekmektedirler.

Fehmi Koru, Serdar Arseven, Hüseyin Gülerce gibi AKP’nin aklama memurları da, AKP’nin kaos için sözünde bile durmamasını topluma fazilet gibi sunma mücadelesi vermektedirler.

Başörtüsü yasağının çözülmesi konusunda, MHP ile gönülsüz bir şekilde hareket eden AKP, bu gönülsüzlüğünü Ek–17. madde konusunda verdiği sözü tutmayarak göstermek istemekte, bu yazarlar da konuyu saptırmak için tüm hünerlerini göstermektedirler.

Fehmi Koru, MHP’nin kimliğini sınava tabi tutma densizliği gösterdiği yazısı içerisinde “Yaygaralar yine de etkili; özellikle de MHP üzerinde... MHP lideri Devlet Bahçeli ve parti sözcüleri, ısrarla, YÖK Yasası'nın 17. maddesinde de değişiklik yapılması gerektiğini vurgulayıp duruyorlar.

CHP lideri Deniz Baykal'ın Ak Parti için kullana geldiği “Ortaklarını sattılar” söylemini de ciddiye aldığı anlaşılıyor MHP yönetiminin; Ak Parti'yi mutabakatı bozmakla suçluyorlar.” gibi saçma değerlendirmelerde bulunmuş…

Fehmi Koru, AKP’nin borazanlığını yapma konusunda en baş listede yeralan zattır. Asıl kendi kimliğini sorgulaması gereken Fehmi Koru, MHP’nin ortaya koyduğu ilke ve prensipleri, AKP’nin kaos üretimleri için feda etmesi yönünde yorumlarda bulunuyor.

Yıllardır din-iman kavramlarını kullanarak, insanların duygularını sömüren bu zihniyet için, verilen sözlere uymanın ahlaken bir anlamı yok herhalde…

Fehmi Koru, yazısı içerisinde kurnazlık üstüne kurnazlık yapmaktadır. Ek–17. madde konusunda, MHP’nin tavrını CHP ile benzeştirmeye çalışan Fehmi Koru, bunu da fitneler serpiştirdiği “O halde MHP kendisini yeniden CHP ile aynı zemine doğru iten yanlış tavırda neden ısrar ediyor? Bu tavrının her olaya 'tuzak' ve 'oyun' olarak yaklaşanları haklı çıkardığını ve MHP'ye farklı bir gözle bakılmasını getirdiğini nasıl fark etmiyor Devlet Bahçeli? Yoksa MHP içerisindeki ideolojik olarak MHP'den çok CHP'ye yakın bazı tiplerin mi baskısı söz konusu?” cümlesi ile göstermektedir.

MHP, kaosun tamamen bitmesini isterken, Fehmi Koru AKP’nin kaos kardeşi olan CHP ile MHP’yi hangi mantıkla aynı noktada değerlendiriyor?

Başörtüsüne karşı olan CHP ile başörtüsü yasağını çözme adımı atan MHP nasıl birbirine benziyor?

Fehmi Koru bu kurnazlıkları Exeter Üniversitesi’nde yada ABD’de gördüğü eğitimler sırasında mı öğrenmiştir?

Fehmi Koru, çok iyi bir gündem yönlendiricisidir. Günümüz ifadesi ile toplum mühendisliği yapıyor aklınca. Aslında gerçekleri saptıran mikserdir dersek, daha tanımlayıcı olur.

MHP’nin Ek–17. madde konusundaki tutumunu da bu şekilde saptırmaya çalışmakta ve MHP’nin kimliğini sınava tabii tutan hoca edasında ahkâmlar kesmektedir.

Amerikancı Fehmi, AKP’nin dümen suyunda bu kimliğini icra etmektedir.

Bir zamanlar Bilderberg için "Eğer 'dünya hükümeti' diye bir şey varsa, işte örgütü" diye yazan Fehmi Koru’dur, biliyorsunuz Kanada'ya gidip, Bilderberg toplantılarında başköşede yerini almıştı.

Taha Kıvanç mahlasını satıp, Bilderberg toplantılarında tutarsız bir şekilde yeralan Fehmi Koru, MHP’nin ilkelerini sınava tabi tutmak yerine kendini karmaşık kimliğini sınava tabi tutsun…

Bu millet, Fehmi Koru ve benzerlerinin gerçek kimliğini çok iyi öğrenmiştir. AKP’nin limanına demirleyip, ABD çizgisine hizmet etmeyi misyon edinmiş Fehmi Koru’lar bu milletin milli ve manevi değerlerini sömürmeyi artık bırakmalıdır. Muhafazakâr insanların yakasından artık düşmelidirler.

AKP’nin, muhafazakârları düşmanlarına av yapma projesinde kalemi ve sözü ile saf tutan Fehmi Koru, komplo masallarını yutturacağı ve hayata geçireceği ülkelere doğru yol almalıdır.

Mesela komplo teorileri ile dünyayı kana bulayan Bush’un yanında danışmanlığa başlasa, BOP misyonlu AKP’ye oradan da büyük hizmetlerinin dokunacağından şüphemiz yoktur.

Fehmi Koru, biraz Müslüman ahlakına yönelik bilgiler edinip, yalan söylemenin, ikiyüzlü davranmanın, sözünden dönmenin o ahlak bütünlüğü içinde yeri olmadığını öğrenmelidir. AKP ve MHP’yi de bu öğrendikleri ışığında değerlendirse, siyasi ahlakın MHP’ye ne kadar yakıştığını görecektir…

Fehmi Koru, bu arada Ek–17. madde konusunda MHP’nin tutumunu eleştiriyor, olayları saptırıyorsun da, MHP’nin haklı eleştiri ve uyarıları sonrasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da ek 17. maddenin askıya alındığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyleyerek "Mutabakat bozulmadı, sürüyor, günü geldiğinde ek 17'yi görüşeceğiz" demiş… Klasik Recep Tayyip Erdoğan’ın günü kurtarma tavrıdır bu…

Ama olsun Fehmi Koru şimdi sil baştan, Ek–17. madde konusunda AKP’nin bu manevrasını bir kez daha günü kurtarma olsa da haklı çıkarmaya çalışacaktır. Manevra ustası Koru da AKP’yi kurtarma manevrası bitmez…

Fehmi Koru gibiler, Amerikalarda eğitimler görürken, Türk Milliyetçileri, Türk Milletinin hürriyeti, namusu ve değerleri için düşmana set oluyorlardı.

Şimdi kalkmış MHP’yi “kimlik sınavına” tabi tutmaya çalışıyor..CFR’nin kabından yemek yiyince böyle olunuyor herhalde…

Bu Bilderberg kuşlarını gördükçe, bizim dualarımızda bitmeyecek gibi...

Adı Fehmi Koru olan bu adamdan, Türk milletini koru Allah’ım… Şu son yıllarda, bu korumaya o kadar muhtacız ki…

Yıldıray ÇİÇEK / Ortadoğu Gazetesi

1 Mart 2008 Cumartesi

Güneş Tutulması - Yılmaz ÖZDİL

Güneş tutulması!


Bush "çık" dedi.

Çıktık.


Tatilde olsan, oteldeki odanı bu kadar çabuk boşaltamazsın, oteldeki odanı...

Apar topar!

*

Böyle bu işler çünkü.

Gel deyince, gidiyorsan...

Vur deyince, vuruyorsan...

Gir deyince, giriyorsan...

Çık deyince, çıkacaksın.

*

Sakın ola, onurdan monurdan bahsetmeyin bana... Hangi onur?

*

Lübnan’a gitmek istemiyoruz, İsrail’i korumak için, tıpış tıpış gidiyoruz...

Afganistan’a gitmek istemiyoruz, ABD’yi korumak için, tıpış tıpış gidiyoruz...

Irak’tan çıkmak istemiyoruz, kendimizi korumak için, kıçın kıçın çıkıyoruz!

Ne onuru?

*

Tatbikatta, durup dururken gemimizi vurdu mu füzeyle? Muaveneti? Vurdu.

Biri yarbay, 5 şehit, 22 gazi...

Ne yaptık? Yeni gemiler verdi, sustuk.

Irak’ı işgal etmek için, topraklarımıza asker yerleştirmek istedi mi? İstedi.

Ne yaptık? At pazarlığı... Para istedik.

Çuval geçirdi mi kafamıza? Geçirdi.

Ne yaptık? Üstüne özür diledik.

"N’olur deliğe süpürmeyin" falan.

*

Ya bu sefer?

Sıkı durun...

Dünkü toz duman içinde gözden kaçan bir "son dakika" haberi daha vardı:

"Dünya Bankası, stratejik işbirliği çerçevesinde, Türkiye’ye 6.2 milyar dolar kredi verilmesini onayladı."

*

Böyle bu işler...

Al parayı.

Sen de kömürü al.

Kes sesini!

Ne onuru?