29 Nisan 2008 Salı

3 MAYIS

3 MAYIS, Milliyetçilerin komüniste karşı DUR! diyen toplu hareketidir.

3 MAYIS, Türk Milliyetçilerinin bayramıdır.

3 MAYIS, bundan otuz iki yıl önce idealist ve vatanperver bir grubun, o devrin dikta rejimine karşı başlattığı kutsal gayeli bir hareketin ilk adımıdır.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin yeni bir hamleye girişmesinin başlangıcıdır.

3 MAYIS, Türk milletini ilimde, maneviyatta, teknikte en yükseğe çıkarma hamlesidir.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin yabancı kültüre ve yabancı ideolojilere karşı baş kaldırmasıdır.

3 MAYIS, kendi milli kültürümüzü çağdaş gelişmelerle yeniden yoğurma hareketidir.

3 MAYIS, Ulkücülük Hareketinin dönüm noktasıdır.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin varlık davasında çektikleri ızdırabın, elemin, gözyaşının ifadesidir.

3 MAYIS, Türk milliyetçilerine yalan ve iftiralarda bulunanların kendi iftira ve yalanlarıyla boğulduğu gündür.

3 MAYIS, Büyük milletimizin edebiyete kadar yaşayacağına inanan türk miliiiyetçilerinin yeniden doğuşudur.

3 MAYIS, türk milliyetçilerinin bayraklaşan hareketidir.

3 MAYIS, Milliyetçi Türkiye’nin kuruluşunda temel taşdır.

Yarının Büyük Türkiyesi bu şuur ve azimle kurulacaktır. 3 Mayıs 1944'den bu yana otuz iki yıl geçti. TÜrk milliyetçi.leri bugün bir Çığ gIbi büyüyor. Yurdun dört bir yanındaki Ulkücü ve Milliyetçi kadrosuyla, Turkmilletinin hizmetinde; onu Himde, teknikte, ahlaktadünyanın en ileri seviyesinde getirmek gayesi taşıyor.

3 MAYIS, Bütün Türk milliyetçilerine kutlu olsun.


Başbuğ Alparslan Türkeş
30 Nisan 1976, Milliyet Gazetesi

14 Nisan 2008 Pazartesi

Alemde Şer Oğuz'da Er Tükenmez

12 Eylül darbesinin ardından girilen göreceli “huzur” ve “istikrar” dönemi, renkli televizyon, bilgisayar, cep telefonu üçgeninde mevcudiyetini muhafaza ve müdafaa etti. Özellikle renkli televizyonun bir güç ve saygınlık simgesi olmaya başlaması ile taksitli saygınlıklar hakim unsur haline geldi. Müteakiben 90’lı yılların ikinci yarısından başlayarak “veresiye” kültürün yerini alan “asri” yaklaşımların, “kartlı” kültürle hayatımızın merkezine doğru çemberi daraltmaya başlaması ise meselenin odak noktasını teşkil etti.

Bu vaziyet içerisinde kendisine yön tayin etmeye çabalayan gençlik ise siyasetteki “dört eğilim” kuramını günlük hayata uyarlayarak tek yönlü bir hal almaya başladı. Siyasi kimliklerin “zaman aşımı”, “yenilenme” veyahut da “sisteme uydurulması” gibi sebeplerle değiştirilmesi ile doğan boşluk başka kimliklerle kapatılmaya başlandı. Popçu gençlik, topçu gençlik, kahve gençliği ve tribün gençliği temelli guruplaşmalar siyasi mücadele ardından doğan boşluğu hızla doldurdu. Yeni neslin önüne gelen bu tercihler manzumesini destekleyen hükümet de bilgisayar ve cep telefonu ile “çağ atlayabileceğimiz” fikrini zihinlere yerleştirmekte zaman kaybetmedi.

Bu “özgürlükçü” ortamda hayatın dertleri ve tasaları olduğunu düşünmeden yetişen gençliğin zihinlerinden sökülen “düşünme” kabiliyeti ise daha sonraları yerine tam manası ile yerleştirilemedi. Öğrenmedeki kritik eşiğin aşılmasından mütevellit olduğunu düşündüğümüz bu halin yansıması da Türkiye’nin özellikle “ilim”, “kültür” ve “sanat” alanında ciddi tahribatlara yol açtı.

Sudaki damla ile aynı etkiyi yapan bu durum yavaş yavaş bütün katmanlara sirayet ederek loto, toto, piyango temelli “zenginlik” hayallerini de tetikledi. Her mahallede bir milyoner, her evde bir renkli televizyon furyasının asıl ceremesi şimdi çekiliyordu. Tüketim kültürünü almaya alışan ve kısa yoldan en fazla parayı “kaldırma” amacı güden yığınlar, üretimden ellerini çekmeye başladı. Bilgisayarla çağları atlayan Türkiye “tarımda kendi kendine yeten ülke” tanımını hızla tasfiye edip, “veririz kaç paraysa alırız” yollu yaklaşımlara dönüyordu. Dolar hızla yükseliyordu.

Gençlik “tüketici” kimliğin etkisi ile araştırma, geliştirme faaliyetlerine ayıracağı zamanları “intihal” ve “intikal” lehine kullanıyordu. Üniversitelerde “atlanan çağda” yükselmesi gereken ilmi seviye yerinde sayarken, makale sayısı yıllar içerisinde “iç güveysinden hallice” değişiklikler gösteriyordu. Hoca vermek, talebe ise asli görevi olan talep etmek noktasında uyuşukluk göstermekte birbirleri ile yarışıyor, idare-i maslahatçı etkiler üniversite ortamlarında dahi geçer akçe oluyordu. Eğitim sistemi “izle, yaz, tekrar et, unut” felsefesi ile ezberciliği merkeze oturtuyor ve binayı bu temel üzerine oturtuyordu.

Gençliğin kolayına gelen bu durum ise görece “iyi” sayılabilecek birkaç yazar, bilim insanı ve edebiyatçı dışında Türkiye’ye bir şey kazandırmıyordu Son 30 yıllık süreç içerisinde ortaya çıkamayan “mütefekkirler” de bize bu ezberci halin en büyük armağanı olarak karşımızda duruyordu. 80’li yılların ardından esen rüzgârda savrulanlar, kırılanlar, saklananlar hariç geriye kalan kitleyi ele aldığımızda elle tutulur gelişmelerin görülmemesi de bu “düşünme, sadece yaşa” fikrinin birincil hale getirilmesine dayanıyordu.

Bugün yeniden ortaya çıkan ikinci dalga “cep telefonlu”, “bilgisayarlı” gençlik de “ilmi” olmasa da fikri bağlamda aynı akıbet ile karşı karşıya bulunmakta. Sosyal iletişimi “sohbet odaları” boyutuna indirgeyen “net çocukları”, giderek artan bir düzeyde günlük yaşamın gereklerinden ve sorumluluklarında çekilmekte. Günlük hayatın “selamını”, sanal âlemin “nbr’sine” devşiren gençlik, arkadaşlarını “arama motorlarından” bularak, sıcaklık temelli kültürümüzün asrileşmesinde gelinen ikinci aşamayı teşkil etmekte.

Yolları aşındıran gençlikten, “tepkilerimizi falanca adrese e-posta ile bildirelim” diyen gençliğe doğru evirilen bu yolda klavyelere hapsolan zihinlerin esareti asıl başlangıç noktasına işaret etmekte. Bu işaret fişeğini izlediğimizde ülkemizin gelecek 20 yılında ortaya çıkacak durum ise, Türkçeyi kısaltmaların tasallutu altında geçirecek, duyguları bilgisayar ekranınca soğuk, renginde yer yer kaymalar olan bir gençlikten farklı olmayacak. Özellikle ülkenin bölünme senaryolarının ayyuka çıktığı bu dönemde gençliğin kendisini kendisine hapsetmesi en son istenecek şey. Öyle ki gençlik sustuğu zaman ortaya çıkacak durum “ununu elemiş, eleğini asmış” babalarımızla, birdirbir, üçtaş, topaç, çelik çomak gibi oyunların hayli yabancısı olan kardeşlerimiz arasında meydana gelecek yer yer sağanak yağışlı ama bolca gök gürültülü muharebelerdir.

Bunları önlemek ise bu iki kuşağın arasında kalan ve bizce “Araf nesli” olan bizlere bakmaktadır. Bizlerin gündeme veyahut da gündem dışına dair koyduğumuz “yerli” ve “etkin” çözümler, hem bu çatışma ortamına çözüm olacak, hem de küresel ilerleme karşısında alınan “tepkisel” durumu fikir temelli, proje destekli “tavra” çevirecektir. Aksi takdirde gelecek tufan. Gemi inşa etmeye ise ne Nuh var, ne de zaman.

Bahadır Bilge

Üniversiteler PKK'nın Terör Estirdiği Arenalara Dönüşmüş

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş, AK Parti'nin kapatılma davasının açılmasıyla beraber Türkiye'de yeni bir pencerenin daha açıldığını ifade ederek, "Pencereden ortaya şu çıktı: Türkiye'de bir darbe arayışı içerisinde olan bir guruplaşma var" dedi.

AK Parti'nin kapatılma davasının açılmasıyla beraber Türkiye'de yeni bir pencere daha açıldığını dile getiren Dağdaş, bu pencerenin aslında hep var olduğunu, ama şimdi perdesinin açıldığını kaydetti. Dağdaş, pencereden, Türkiye'de bir darbe arayışı içerisinde olan bir guruplaşmanın olduğunun ortaya çıktığını aktararak, "Türkiye'yi bir kardeş kavgasına götürmek isteyen içerde ve dışarıda odaklar, organizasyonlar var. Türkiye'de demokrasiyi tatil ettirmek isteyenler, bu hırsız düzenini devam ettirmek isteyenler, bölücüler var. Herkes bu süreçte ülkenin huzurunu kaçırarak amaçladığı hedefe ulaşmak için bir gayret içerisindedir" şeklinde konuştu.

Olup biten tiyatroyu seyrettiklerini ifade eden Dağdaş şunları söyledi: "MHP'yi bu işe bulaştırmaya çalışanlar bu kapatılma davası ile beraber daha da hareketlendiler ama bu bugün değil epeydir uğraştıkları bir işti ve bu işte MHP'nin duvarında bir gedik açamadılar. Bundan sonra da bu özeni koruyarak MHP'liler bu gediği açtırmayacaklardır. Türkiye'de iktidar olmayı hedefleyen ve ülkeyi içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtaracağına inancı olan bir siyasal partiyiz. Bunun ötesinde hiçbir şekilde bizi kavganın, dövüşün ortasında, yanında kimse göremeyecektir."

Dağdaş, kendisinin de 1980 dönemini yaşamış biri olduğunu söyleyerek, "Allah, Türkiye'yi bir daha 1980 öncesine götürmesin" dedi. Türkiye'yi 80 öncesine götürme arayışlarının olduğunun altını çizen Dağdaş, üniversitelerde iki karşıt görüş olmadığını savundu. "Üniversitelerde olup biten şudur, PKK üniversite ve siyaset zeminine indi" diyen Dağdaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Üniversitelerimizde PKK'lıların tıpkı dağdan inip bu milletin canına malına kastettikleri gibi bir terör fotoğrafı veren davranışları var. Akdeniz Üniversitesi'nde olan da budur. Öğrenci yurdunun belirli katları PKK'lılar tarafından sözde bayrakları ile donatılarak, o katlara insan girilmesine izin verilmemiştir. Diğer katlarda kalan öğrencilere tacizde bulunulmuştur. Üniversitede iki karşıt görüş yok. Üniversiteler PKK'nın terör estirdiği bir arenaya dönmüş, buna da bu ülkenin vatan, millet, bayrak noktasında mensubiyeti olan çocuklarının kızgınlığı ve kırgınlığı var. Bunu da bir çatışmaya dönüştürmek isteyen bir el var. O el kırgın ve kızgınların içerisinden birine yumruk attırmak istiyor, onu başaramayınca Akdeniz Üniversitesindeki fotoğraftaki o psikopat ruhu çıkarıp tetik çektirerek bunun böyle olduğunu anlatmaya çalışıyor. Üniversitelerde olup biten budur."

Kaynak: MilletHaber

Toskay: Neden MHP?

Akdeniz Üniversitesi'ndeki olaylardan sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kararlı adımlar attı. Olayları değerlendirmek üzere MHP Başkanlık Divanı'nın hemen toplanmasını istedi. Bu sırada Antalya İl Başkanı zaten Ankara'ya çağrılmıştı.

Teşkilat görevden alındı. MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Tunca Toskay ile konuştuk.

Kurşun sıkan sanıkla MHP arasındaki ilişkiyi kanıtlamak için ısrarla sürdürülen haber ve fotoğraf servisi parti yönetiminde de “Ne oluyor?” kaygısı oluşturmuş. “Biz de zaman zaman aynı kaygıları paylaşıyoruz, neden MHP ile ilişkilendirilen fotoğraflar servise sürülü-yor diye kendi aramızda konuşuyoruz. Niye MHP irtibatı sürekli işleniyor, eski fotoğraflar nereden bulunup çıkarılıyor diye düşünüyoruz” diyor Tunca Toskay.

Geçmişin acı tecrübelerinin içinden süzülerek gelmiş bir yönetim hakim MHP'de.

“Yadırgadığımız bir olay değil. Biz yaşımız icabı birçok olayı yaşadığımız için bu olayın altında MHP bağlantısının özellikle vurgulanmasına çok şaşırmadık” sözleri de ona ait. MHP üzerinden ne yapılmak istendiğinin farkındalar. Ancak o kadar rahat konuşamıyorlar:

“Belli bir yaşa gelip, belli bir tecrübe edinince konuşurken boğazın dokuz boğum olduğunu unutmadan ve çok dikkatli konuşmamız gerekiyor.” 12 Eylül öncesini üniversitede öğretim üyesi olarak yaşayan Prof. Dr. Tunca Toskay,

“Ben 1979'da öğrencilerime derdim ki; kocaman bir geminin güvertesinde siz güneye doğru koşarsınız ama gemi alır sizi kuzeye götürür. Siz güneye doğru koşarken, bir de bakarsınız ki kuzeye demirlemişsiniz” diyor. Tunca Bey sonra soruyor: “1979'da söyledim 12 Eylül 1980'de öyle olmadı mı?”

(Yeni Şafak)

7 Nisan 2008 Pazartesi

İskender Büyük, Veli Küçük, Ergenekon ve Kapatma!...

Haydi hayırlı tıraşlar...

En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim dedim. Tıraş, ama yukarı doğru. Hem cildi tahriş ediyor, hem de yaralıyor!

Bir gümbürtüdür koptu. AKP'nin kapatılması için verilen dava dosyasının çok öncesinden bahsediyorum. Ergenekon diye adlandırılan bir çete operasyonundan...

Ne hikmettir ki, ülkenin son beş yılında vuku bulan olaylar tıpkı bir film gibi geliyor bana. Senaryosu yazılmış, set ayarlanmış ve usta oyuncular tarafından oynanmış bir film!...

Ben televizyon dizisi meraklısı değilim. Sadece bir tek dizi izlerim o da “Kurtlar Vadisi”... öyle delişmen, öyle gençlik ateşi ile yandığımı, bu dizi sayesinde bazı duygularımı tatmin yoluna gittiğimi falan düşünmeyiniz. Ben bu diziyi bir nevi sanat için izliyorum. İnsani bir vazife, milli bir ödev benimkisi...

Malumunuz insan içine çıkıyoruz, insanlarla hem hal oluyor, sohbet ediyoruz. Konuşacak konu olsun, bizim de söyleyecek sözümüz olsun diye perşembe akşamları muayyen saatte televizyon karşısına geçiyorum o kadar... Dedim ya sırf “karavana atmamak için” herkesin izlediğini izlemiş olmak için... yanlış anlaşılmasın!

Öyle demeyin, bu dizinin her ne kadar fragmanında silik ve küçük puntoyla “olaylar ve kişilerin gerçekle alakası yoktur” yazsa da, bence Türkiye gerçeklerini tam olarak anlatıyor!

Bu kanaate nereden mi vardım, hemen söyleyeyim; isim benzerliklerinden, konum benzerliklerinden... Onomastik1 kurgu yapmayacağım, öyle hemen müstehzi bir gülümseme takınmayınız. Zaten “vadiyi” izliyorum diye takındınız bu tavrı biliyorum...

Neyse yine konumuza dönelim;

Bu dizi Türkiye dizisi... İşte size bomba gibi bir tespit: “Başbakan ne diyor ve ne diyecekse, Polat Alemdar onu diyor!” Yalan mı? Elbette değil. İnanmayan dizinin “pusu” bölümlerini dikkatlice izlesin ve Türkiye gündemiyle karşılaştırsın!

Yani dizi sanıldığı gibi sadece o bildiğimiz sosyal ve siyasi çevrenin dizisi değil. Bu dizi direk ve tek kelimeyle iktidarın dizisi!... İlk başladığı günden beri!2

Geriye dönmeyeceğim. Çünkü artık dizi ileri gidiyor, yol gösterici oluyor! Ya da şöyle mi desek; “halkı hazırlıyor”!!!

******

Mesela alakası yoktur, dizideki Palaska Zafer'le Ordudan atılan çete suçlamasıyla tanıştığımız Muzaffer'in... ve Yoktur elbet benzerliği, İskender Büyük ile Veli Küçük'ün!... Dizideki medya patronuyla veya ilaç patronlarıyla gerçek hayattaki patronların hiçbir benzerliği yoktur...

Bunlar sadece benzerlik...

İskender Büyük'ün her türden “anarşist-terörist” örgüt ile ilişkide olduğu kurgudur mesela... Dizide geçen bu konudaki diyaloglar da senaristlerin becerisidir!... Yoksa tahkikat yapılmadan nereden bilinecek Veli Küçük'ün DHKP-C ile münasebeti3 de diziye yansıtılacak? Hem de haftalar öncesinden?...

Evet bu dizi bir kurgu! Sağlam bir kurgu!...

Önceden nereden bilecek de yazacaklar genç senaristler?... hadi canım...

Bu dizi Türkiye'nin dizisi... Polat “devlet” oluyor artık! Meşaleyi yaktı... sembolizm hat safhada. “İhtiyar”lar4 seçimini yaptı!... Türkiye değişiyor, dönüşüyor belki de bölüşülüyor? Bu defa Ergenekon'dan kim çıkıyor?

Deniz Baykal ilk defa haklı mı acaba? “AKP kendi derin devletini kuruyor” demesi de doğru herhalde?... evet bir gümbürtü kopuyor ya, bakalım ne olacak? Polat devlet olacak, belki de Memati kaybolacak... parti kapanacak ama dönüşüm gerçekleşecek belki de, kim bilir?

Ya da kim bilir, yakın bir zamanda American Airlines'e ait bir uçak Esenboğa Havalimanı' na iner, içinden mesih çıkar, her şey “ılıman” olur, ne dersiniz?...

Ben, alay etseniz de etmeseniz de bu diziyi izleyeceğim. Kınamayınız sevgili kârilerim lütfen beni. Niye izlediğimi anladınız değil mi?... Sadece ülke kaygısı benimkisi, Entelektüel bir tasa bendeki...

Siz de beni izlemeye devam edin. Yok yok, filmi izlemeye devam edin (bu da reklam oldu ama olsun...).

Haydi hayırlı tıraşlar! Bunu daha önce söylemiş miydim?...

Dipnotlar:

1Onomastik: dilbiliminin özel isimleri inceleyen bir dalıdır. Onomastikçiler arasında, dilin tüm sözcüklerinin özel isimlerden türediğini iddia edenler bile var. Yunanca onomastikos dan gelir. (onoma = ad) adla ilgili demektir, adların kokeni ve anlamları ile uğraşan dilbilim dalıdır. İngilizce deki name takısı Onoma kelimesinden gelir

2İnanmayan, “Kurtlar Vadisindeki Bizim Çocuklar, Eyvah!” Adlı meşhur yazımızı okusun...

3Basına 22.03.2008 Cumartesi günü yansıdı bu...

4İhtiyar: Yaşlı yaşı ilerlemişten başka kelime manası seçme, seçilen, yeğ tutulan manasına da gelmektedir.

Cumhur BULUT - Millet Haber