24 Haziran 2008 Salı

Cengiz AYTMATOV'u Anma Gününe Davet

Türk Dil Tarih Kültür Birliği

Pazar, 22 Haziran 2008

Türk Dünyasının büyük edebiyatçı ve düşünürü Cengiz Aytmatov’un Hakkın rahmetine kavuşması münasebetiyle düzenleyeceğimiz anma gününe teşrifleriniz bizi onurlandıracaktır.

Doğu Türkistan Göçmenler Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Ahmet TÜRKÖZ

PROGRAM:
· Cengiz Aytmatov ve Türk Dünyası Şehitleri icin Mevlit
Z. Burnu Emine İnanç Camii - İkindi Namazını Müteakip

PANEL:
OTURUM BAŞKANI: Prof. Dr. Mahmut KAŞGARLI
· Doç. Dr. Orhan SÖYLEMEZ – Marmara Üni.
“Aytmatov’un Romanlarına Bir Bakış”

· Servet KABAKLI – Gazeteci, Yazar
“Aytmatov’un Türkiye’ye Son Ziyareti: Elazığ"

Tarih : 26 Haziran Perşembe
Saat : 17.00 – 20.00
Yer : Doğu Türkistan Göçmenler Derneği
Abdulkebir Akyol Konferans Salonu

19 Haziran 2008 Perşembe

HAREKET SAATİ KÜRŞAT - SEVDAMIN ŞİİRLERİ (İNDİR)



Değerli ülküdaşımız Hareket Saati Kürşat'ın Sevdamın Şiirleri adlı mükemmel albümü çıktı. Albüm ücretsiz indirilebiliyor. Bütün ülküdaşlarımızın dinlemesi gereken bir eser. Tavsiyemizdir.
İndirme adresi 1
İndirme adresi 2

Ey Ülkücü Hareket! - Ülkücü Şehitler (Hareket Saati Kürşat)

Bu muhteşem eseri her ülküdaşımızın dinlemesini tavsiye ediyoruz. Ülkücü şehitlerimizi öyle güzel anlatmış ki...
Dinleyin ve dinletin!

18 Haziran 2008 Çarşamba

Bir Ülkücü Nasıl Olur?

Ülkü Ocağı Genel Merkezi Başkanı Öztürk ve teşkilatın gençleri Akşam gazetesine konuştu.

Sonuçta bizler de Türk milletinin içinden çıkmış insanlar olduğumuz için, bu milletin hassasiyetini, değerlerini taşırız. Bir Ülkücü için yaşamın anlamının yaradılışın anlamıyla ilintisi vardır. İnsan idealleri ve ideallerini pratiğe geçirmedeki marifeti noktasında başarılı sayılabilir. Bizler yaşamın anlamını bu noktada buluyoruz.

Son günlerde üniversitelerde Ülkücüler'in isimleri yine çatışmalarla anılmaya başlandı. Örneğin geçen ay Gazi Üniversitesi'nde yaşananlar?

Basın mensupları bunu neye göre dile getiriyor çok merak ediyorum! Ziraat Fakültesi'nde olan olayın arkasından yakalanan kişi 'ben Ülkücü değilim' diyor. Bunun üzerine bir gazetede haber 'olayı yapan Ülkücü yakalandı' diye yer alıyor. Aynı gün başka bir gazete de yakalanan kişi için, 'Ülkücü' olmadığını açıkladı diye haber yapıyor. Bir başka dergi ise 'Ülkücüler yakalandı' şeklinde yorumluyor. Bu haberler yazılırken eylemi gerçekleştiren kişinin hangi mantıkla Ülkücü olarak nitelendirildiğine anlam veremiyorum. Mesela o olaydaki kişi niye Ülkücü oluyor, Ülkücü olmanın kriterleri ne? Ayrıca bu tür haberler yapılırken biri bize niye telefon açıp da olayı sormuyor.

Sizinle alakası yokken hep sizin isminizin geçmesi Yazılanların hepsi yalan mı?
Burada her şeyden evvel şunu belirtmek istiyorum: 'Ülkücü' tabirini önüne gelen herkes için kullanan bazı medya organlarının tarafsızlığına inanmıyorum. Meseleleri siyasi iktidarın ağzıyla gündeme getiren bu medya kuruluşları kendilerine yargının niteliklerini yüklüyorlar. Ülkücüler hiçbir yasadışı olayın içinde yer almayacaktır ve sokaktaki çatışmanın tarafı olmayacaklardır.

TAKINTIMIZ YOK

Diyelim ki söyledikleriniz doğru, bir çatışma yaşanıyor ve medya çatışmanın tarafı olarak Ülkücüler'i işaret ediyor. Bu noktada 'bunu yapan Ülkücü olamaz' diyerek baştan kesip atıyor musunuz, yoksa bir araştırma yapılıyor mu?

Araştırma kesinlikle yapılır. Sonuçta büyük bir camiayız. İçimizde böyle art niyetli kişiler olabilir. Bu tür olaylarda ilgili arkadaşlarımız, olaya karışan kişi ya da grupların teşkilatla bağının olup olmadığını hemen araştırırlar. Teşkilatta eskiden görev yapmışsa bu da bildirilir. Biz Gazi Üniversitesi ve Ziraat Fakültesi olaylarında da aynı araştırmayı yaptık. Ve ilgili şahsın bizimle alakası olmadığını tespit ettik.

Bir Ülkücü neye tepki verir, neyi kabullenemez, ne için kavga eder? Sizin gerçekdışı olarak nitelendirdiğiniz haberlere göre Ülkücüler, saçı uzun olan, küpe takan erkeklere, nü yapanlara, el ele tutuşan çiftlere şiddet uyguluyor...

İnanın bunlar çok yanlış değerlendirmeler. Eğer camiada saça, bıyığa, küpeye, sakala takılan varsa bizle beraber olamaz. Bizi üniversitelerde rahatsız eden şey, gençliğin yanlış yerlere kanalize edilmesi ve boş yetiştirilmesidir. Yani hiçbir hassasiyeti olmayan, herhangi bir siyasi veya toplumsal olayda fikir beyan edemeyen, bir duruş ortaya koyamayan bir neslin yetişiyor olması büyük sorun. Yoksa şu grup burada şunu yapıyormuş, şunu içmiş, küpe takmış, nü resmi yapmış bizi ilgilendirmez. Üniversite akademik ortam, tabii ki nü resim de yapılabilir. Bizim böyle bir takıntımız, kompleksimiz yoktur. Şurası önemli tabii, bölücü gruplara karşı tepki veririz. Ama bu çatışma, şiddet taraftarı olma anlamında değildir.

Peki taşradaki Ülkücüler de böyle mi bakıyordur olaylara. Yani çeşitli durumlara karşı tavır anlamda yöresel bir duruş, renk olabilir mi?

Başka bir gençlik örgütü ya da vakfı için bu dediğiniz durum sözkonusu olabilir. Ama Ülkü Ocakları'nın böyle bir sorunu yaşaması mümkün değildir. Yani Artvin'deki, Edirne'deki bir Ülkücü'nün duruşuyla Ankara'daki bir Ülkücü'nün duruşu aynıdır. Yaşadığı bölge itibarıyla farklı hassasiyetleri gelişmiş olabilir.

TARAF OLAMAYIZ

Ama sokakta yaşanan birçok kavgada Ülkücüler'i görüyoruz.?

Bir insanın kendini Ülkücü olarak değerlendirmesi Ülkü Ocakları'na mensup olduğu anlamına gelmez. Çünkü Ülkü Ocakları politikaları Genel Merkez'de oluşturulur. Biz hiçbir çatışmanın merkezinde yer almayacağımızı ilan ettik. Bazıları PKK-Ülkücü çatışması yaratmak istiyor. Onlara karşıyız ama bu onlarla silahlı çatışmaya girmek anlamına gelmemeli. Türkiye Cumhuriyeti Devleti polis devleti değil, hukuk devletidir. Biz tabii ki tepkilerimizi yasalar çerçevesinde dile getiririz. Ama kimse kolluk kuvvetinin görevini üzerimize almamızı beklemesin. Alanlar da bizden değildir. Bölücü unsurlara karşı çatışmanın tarafı olacağımız düşünülmesin. Yani 'nasıl olsa Ülkücüler var, biz susalım' dönemi gerilerde kaldı. Millet artık bu tür olaylara karşı tepkisini demokratik bir şekilde göstermeli. Devlete sahip çıkmak sadece bizim görevimiz değil.

Ülkücü olmayıp da ülkesini sizin kadar ya da sizden çok seven olabileceğini düşünüyor musunuz?

Tabii ki ama Ülkücülük sadece vatanseverlik değildir, bazı gereklilikleri vardır. Çatışma yok ama spontan olaylar oluyor

Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk'le yaptığımız söyleşinin ardından Üniversiteler ve Orta Eğitim'den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kul'la konuşmaya başlıyoruz. Kul'a hem üniversitelerde son günlerde yaşanan olayları sorduk hem de Ülkücü gençlere dair merak ettiklerimizi...
Marmara Üniversitesi'nde 'nü' resim yapan iki öğrencinin Ülkücüler tarafından dövüldüğü yazıldı.

Ben adı karışan arkadaşlarla görüştüm. O olayda bizim arkadaşlara saldırı yapılıyor, onlar da nefsi müdafaa yapıyor. Sonuçta orası üniversite orada her türlü resim yapılabilir.

Genelde, Ülkücüler'in hoşuna gitmediği bir şey yapıldığı zaman ocağa gidip adam toplar, gelir yapanın ağzını burnunu dağıtırlar, gibi yargılar var.

Yok öyle bir şey. Bir çatışma ortamında olmamak için biz her türlü tedbiri alıyoruz. Ama bir anda spontan gelişmiş olaylar olabiliyor.

Bazı çevreler Ülkücü gençliği asosyal olarak nitelendiriyor ve sizin sosyal olan gruplara gıcık olduğunuzu söylüyorlar. Üniversitede el ele dolaşan gençler bile sizi rahatsız ediyor mu?

Bizi başka kılıflara sokmak isteyen arkadaşların söylediği şeyler bunlar. Burada herkesin kız arkadaşı olmuştur, Ama sosyal yaşam dediğiniz ahlaksızlıksa, uyuşturucu kullanmaksa biz bunu yapmıyoruz.

Hepiniz takım elbiselisiniz?

Ülkücü böyle giyinir, şöyle sakal bırakır diye kategori yapılamaz. Sonra takım elbise giymede niye art niyet aranır bilmiyorum. Bizi kalıplara sokmak çok yanlış... Mesela Ülkücü rock dinlemez mi?

Dinler değil mi?

Örneğin Gazi Üniversitesi Ülkücü arkadaşların yoğun olduğu bir üniversitedir. Çeşitli tarzda müzik yapan sanatçılar her zaman gelmiştir. Bizim arkadaşlarımız da bu etkinliklere katılıp, organizasyonlar düzenlerler. Gelecek hafta Duman gelecek.

Grup Yorum Gazi'ye gelse

Gelsin, söylesin, yanlış bir şey olursa biz en fazla üniversite yönetimine ve emniyet güçlerine olumsuz, illegal bir durumu haber veririz. Gereğini onlar yaparlar.

Sol görüşü bir kişiye gönül verebilir misiniz?

Niye olmasın. Biz bu vatana ihanet etmeyi düşünmeyen her insanı bağrımıza basarız. Biz uzaylı değiliz. Bize böyle sorular sorulmasını anlamıyoruz. Kimse çalışmalarımızı duymak istemiyor.

Söyleyebilirsiniz

Biz burada kültürel çalışmalar yapıyoruz. Millete hayırlı olabilmek için çalışıyoruz. Bir defa eğitimimizi çok önemsiyoruz. Sonra her yıl yüzlerce panel, konferans, temsil veriyoruz.

Peki son bir soru soracağım. Marx'ı okuyan var mı aranızda?

Tabii okuduk. Ülkücü olmak ayrı, dünyayı anlama çabasında her fikri öğrenmeye çalışmak ayrı.

Aykut Aykanat www.aksam.com.tr

12 Haziran 2008 Perşembe

Cengiz AYTMATOV Uçmağa Vardı! Başımız Sağolsun!

Türk Dünyası'nın en büyük yazarı Cengiz Aytmatov'un (79) tedavi gördüğü Almanya'nın Nuremberg şehrinde hastanede hayatını kaybettiği bildirildi... 

Cengiz Aytmatov, 16 Mayıs'ta Tataristan'da hastalanarak Almanya'nın Nurnberg şehrinde tedavi altına alınmıştı. Almanya Hastanesi'nde tedavi gören Türk Dünyası'nın değerli yazarına karısı ve oğlu refakat ediyordu.

Aytmatov 12 Mart'ta, 15 yıldır sürdürdüğü Avrupa Birliği, NATO ve UNESCO temsilciliğinin yanı sıra Belçika, Lüksemburg ve Fransa'daki büyükelçilik görevlerinden ayrılmıştı.

YÜZYILIN YAZARI CENGİZ AYTMATOV
Ünü ülkesinin sınırlarını aşan ve kitapları büyük bir beğeni ile okunan Cengiz Aytmatov, doğup büyüdüğü Kırgızistan coğrafyasının kültür damarından ve binlerce yıllık geçmişi olan gelenek ırmağından beslenerek,.....

özgünlüğü, otantikliği, insanı yüreğinden yakalayan olağanüstü/büyüleyici üslup güzelliği ve entellektüel birikimi ile yaşadığımız yüzyılın müstesna yazarı sayılmayı fazlasıyla hak etmiş bir isim.

Aytmatov’u bütün derinliği ve yoğunluğu ile analiz etmek, eserlerini bir münekkid idraki ile irdelemek, tespit ve teşhis operasyonuna tabi tutmak, yorucu çalışmalar gerektirir.

Biz bu özgün ve farklı yazarın fikir dünyasına, ana başlıklarla ışık düşürmeye çalışacağız. Aytmatov’un eserlerine edebî ve estetik yaklaşım denemesi olacak bu.

Aytmatov en başta sıra dışı, özgün ve farklı bir yazar. Çünkü o sadece bir edebiyatçı, romancı değil; aynı zamanda ve özellikle de insanın, dünyanın gidişatı üzerine kafa yoran; daha erdemli bir dünya arzulayan; anti insanî yönelişleri onurlu bir karşı çıkışla sorgulayan, bunun için kaygılanan ve uyarıcı eserler üreten bir aydın.
AŞKIN LİRİK DESTANI

Ön planda, aşkın ve hüznün lirik destanının yazıyor gibi görünse de, onun usta bir sembolizmle bezediği ve âdeta şiir cümlesi gibi yoğun bir psikoloji, yoğun bir sosyal gönderme/çağrışım, soyutlama, ve telmih yüklü anlatışının arka planını sezebilenler, ondaki insanı ezen sosyal baskılara karşı çıkışı, insanın tarafını tutuşu kolaylıkla görebilirler.

Aşk ve lirizm Aytmatov’da, insanı derinden yakalamak, düşüncesini sarsmak ve duygusallığa açılan pencereden ufuk ötesine açılarak; kültürel kimlik şuurlanışına uzanmak için bir vasıtadır.

Evet, Aytmatov aşkın yazarıdır belki, fakat aşkın ötesinde daha aşkın misyonlar, sosyal realiteler, psikolojik bilenmeler besler ana kaynak olarak.

Aytmatov’un romanlarındaki bu derin damarı- müthiş bir üslup ustalığı ile gizlenen sosyal göndermeleri/ kültürel ve siyasî misyonu yakalayabilmek için, onu yetiştiren fizikî coğrafyayı, büyük dalgalanmaların hüküm sürdüğü bu coğrafyanın sosyal, siyasal ve kültürel dokusunu, o toprakların geçirdiği korkunç değişim serüvenini, kültür erozyonunu; insanın özüne yöneltilen her türlü şiddeti çok iyi bilmek ve çok iyi analiz etmek gerekir.

Bu eserleri, Andre Gide’in ’sanat baskıdan doğar’ sözü ışığında değerlendirmek doğru olur. Bütün klasik Rus edebiyatında olduğu gibi yasak ve sansürden/hürriyetsizlikten ötürü ortaya çıkan dolaylı ve sembolik söyleme mecburiyeti, beraberinde edebiyat ustalığını ve bir sanat-yoğun üslubu getiriyor.

Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, yasakların kalkması, hürriyetlerin zoraki de olsa verilmesinin ardından o coğrafyanın edebî ürünlerinde ‘düşüş’ belirtileri başlamıştır. Bu da, yine Gide’nin ikinci cümlesiyle alâkalı: ‘Sanat hürriyet içinde ölür!’

SEMBOLLERİN DİLİ

Cengiz Aytmatov, bütün usta yazarlar gibi düz cümlelerle değil, sosyal ve ironik çağrışımları olan cümlelerle konuşuyor. Adeta insanın ve yaşadığı atmosferin röntgenini çekiyor. Bu güçlü ve özgün üslubuyla tabiata ve hayvanlara bile bir insan karakteri yüklüyor, onları kişileştiriyor. Bu yönü ile de, edebiyat dünyasında eşsiz ve tektir.

Cengiz Aytmatov yüzyılın tartışmasız en güçlü yazarıdır. En güçlülerden biri değil, biriciği. Tek olanıdır. Öyle ki, dünya edebiyatının devi diye nitelendirilen Dostoyevski bile, eğer yaşıyor olsaydı, Aytmatov’un insanı derinden sarsan büyüleyici üslubu karşısında hasedinden ölürdü.

Özellikle, ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’ ya da özgün adı ile ‘Asra Bedel Gün’, romanın 20. Yüzyıldaki tartışmasız zirvesidir. Bu hüküm asla sübjektif ve hissi değildir. Romanı, edebiyatın evrensel kriterleri ile titiz bir şekilde kıyaslayarak söylüyorum bunu. 

Yani yazarımızı, tipleme, somutun olduğu kadar, soyutun da ince duyarlıklarla tasvir ve tahlilini yapma gücü, sağlam ve sarsılmaz karakterler oluşturma becerisi, etkileyici, şiirsel üslup üstünlüğü; insan denen meçhulü entellektüel mercek altında irdeleme kudreti, sosyal ve psikolojik ruh çözümlemeleri maharetiyle, âdil bir şekilde değerlendirerek bu hükme varıyorum.

MANKURTİZM KAVRAMI

Cengiz Aytmatov’un, bir Kırgız efsanesinden esinlenerek dünya edebiyat literatürüne kazandırdığı ‘mankurt’ ve ‘mankurtizm’ kavramı bütün dillerde aynen kullanılmaktadır.

Sistemin baskısı ya da insanın kendi özüne yabancılaşması neticesinde şahsiyetini ve sosyal/kültürel hafızasını kaybetmesini; zihnî yönden köleleşmesini çarpıcı bir şekilde izah eden mankurtizm, Beyaz Gemi’de, Gün Uzar Yüzyıl Olur’da, Cengiz Han’a Küsen Bulut’ta, Dişi Kurdun Rüyaları’nda ve diğer romanlarda da kullanılır. Şüphesiz bu kavramı doğuran, o coğrafyanın sert ve acımasız sosyal yapısıdır.

Efsane ve mitik unsurlara da romanlarında sıkça yer veren Cengiz Aytmatov, son romanı ‘Kassandra Damgası’nda bir Yunan efsanesinden yola çıkarak, dizginsiz teknoloji ile azgın genetik mühendisliğine ağır eleştiriler yöneltiyor. Uzayda insan embriyonu üzerinde araştırmalar yapan bir bilim adamı aracılığıyla, kötülükler yüzyılını yergili bir dille tahlil ediyor.

Söz konusu efsaneye göre, bazı embriyonlar (minicik insan taslakları-cenin) yeryüzündeki kötülükleri önceden sezerek, doğmak, bu felaketler dünyasında yaşamak istemiyor. Bunun belirtisi olarak annenin alnında bir ter taneciği oluşuyor. Buna da Kassandra Damgası deniyor. Aytmatov böylece etik kaygılar taşıyan evrensel bir eleştiriyi dünyanın ve insanlığın gündemine getiriyor.

Eserin kahramanı vasıtasıyla şu tespitleri yapıyor Aytmatov:

‘Yeryüzünde silah durmadan artıyor. Her yerde herkes silahlanmak istiyor. Hamile kadınların yüzündeki Kassandra Damgası, yeryüzünde doğan her kişi için en az yüz tane dom dom kurşunu üretildiğinin, şimdiden onların kaderine ölmek ve öldürmek yazıldığının işareti değil mi? Ana rahmindeki Kassandra embriyonları da sessizce bunu haykırmıyor mu?’

Böylece yeni yüzyılın, yeni bin yılın en korkunç yönünü oluşturan ‘genetik tehlikeye’ dikkat çekiliyor. İnsanın, fizik çevresi ve metafiziği ile hiç bu kadar şiddete maruz kalmadığı vurgulanıyor. Kurtuluş için çıkış yolları öneriliyor.

Aytmatov’un bütün bu özgün ve üstün yönlerini vurgulamakla birlikte, gerek ona, gerekse meslektaşı Takavi Aktanov’a (Aytmatov’un romanlarıyla benzerlikler taşıyan ‘Boran’ın yazarı) yöneltilen bir eleştiri var. O da, merkezî hükümetin yazarlar için biçtiği, ‘görünüşte milliyetçi, muhtevada sosyalist’ gömleğini giymiş olmalarıdır.

UYANIŞ VE DİRİLME

Ancak Aytmatov’un yakın arkadaşı Prof. Dr. Tevfik İsmail’in de belirttiği gibi, Aytmatov’u dünya çapında şöhret yapan faktörlerin başında, kitaplarını çok büyük bir coğrafyada konuşulan ve dönemin edebî mahfillerinde etki uyandıran Rusça ile yazmış olmasıdır. Eğer romanlarını Kırgız Türkçesi ile yazsaydı, bugünkü Aytmatov olmaya bilirdi.

Bir yanı ile sisteme eklemliymiş gibi görünse de, Aytmatov’un hemen bütün romanlarında kimlik arayışının/köklerle yeniden buluşmanın, satır aralarına gizlenmiş edebî, estetik çığlığını duymak mümkündür.

Olanı anlatır Aytmatov. Cemiyete tutulan ayna gibi gerçeği yansıtır. Mankurtlaştırmaya karşı çıktığı kadar, kendiliğinden/gönüllü olarak mankurtlaşmaya (güdülmeye müsait mizaca, pasifliğe) de karşı çıkar. Dirilmeye, uyanmaya, aktif olmaya çağırır insanı. Töresine, örfüne, geleneğine ve geleceğine sahip çıkmasını ister.

Yazar, kendi eserinden beyazperdeye aktarılan ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminde başrol oyuncusunun ulu dağlara karşı öyle bir ‘Asyaaaa!’ diye höykürmesi var ki. Bu çığlık bütün o coğrafyanın/o yaslı diyarın yüreğinden; yüzyıllık, bin yıllık yaşantısından fışkıran bir sestir. 

Şark’ı sarsan bu sayha, filmin Asya isimli kadın oyuncusu vasıtasıyla, bütün bir ‘Asya’ya/Avrasya’ya sesleniştir. Uyanma ve dirilme çağrısıdır. Bir aşkın yoğun lirizmi içinde, koca bir kıtayı özdeşleştirmek, ancak Aytmatov’a yakışan bir ustalıktır.

Aytmatov, aslında ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’a ait bir bölüm iken, yasak olduğu için kullanılamayan ve daha sonra ‘Cengiz Han’ a Küsen Bulut’ ismi ile yayınlanan kitabında hürriyetsiz ve kuşatılmış insan trajedilerinin en bâkir fotoğrafını çizer. İstasyondan bir tren geçimi sürede, eşini ve çocuğunu görebilmeyi çılgınca arzulayan adamın destanlık hikayesidir bu. Bir Aytmatov klasiği…

Özetlersek, kitapları bütün dünyada hayranlık duyularak okunan Cengiz Aytmatov, lirik, mitolojik ve kozmik unsurlar taşıyan seçkin, çarpıcı eserleriyle olağanüstü bir yazar, bir fikir adamı ve çağdaş bir bilgedir. Fikir ve edebiyat dünyasının, önünde saygıyla eğileceği bir yazar. Yüzyılın tartışmasız en güçlü yazarı…

Günün Sözü

"Bir milletin milli davaları kalplerde yaşadığı müddetçe o davalar kaybedilmiş olmazlar. O davalar bir gün mutlaka kazanılır."

Başbuğ Alparslan Türkeş