25 Nisan 2011 Pazartesi

Mehmedim

MEHMEDİM…

Biz seni asker ocağına ellerini kınalayıp yolladık Mehmedim…Biz seni ana kucağından baba ocağından, yarin hilal kaşından vatan toprağı daha azizdir deyip yolcu ettik Mehmedim!!!...Vatan aşkıyla pırıl pırıldı gözlerin geride bıraktıklarına el sallarken…Hiç sikayetin ve tereddütün yoktu peygamber ocağına giderken…

Bu önümde bayrak kefenli sen misin Mehmedim.Bu bayrağı başına çekip, silahını hala bırakmadan yatan sen misin?_

En büyük üzüntüm senin arkandan yada içinden kahpece vurulmandır Mehmedim…Zaten biz seni kurbanlık kuzu gibi kınalamıştık giderken…Vatan için ölmek de vardı kalmakta…

Sen sınır boylarında ve dağlarda olacak düşmanı toprağa koymayacaktın Mehmedim…

Nereden bilirdin ki düşmanın alçağı senin koruduğun toprakların içindeymiş hatta kocası dağda seni vurmak için çabalarken o devletinin kalbinde sözde vekilmiş!!!...Bu al bayrağa sarılıp yatan sen misin Mehmedim?...Korkumdan açıp bakamıyorum,utancımızdan eğilip bakamıyoruz.Ya gözlerin açıksa Mehmedim?...Sen soğukta kar kış demeden çatışırken ‘’Her şey Türkiye için’’…’’Beraber yürüdük biz bu yollarda’’…diyenler …oğullarını askerden kaçırıp gemilerde yatlarda çiftliklerde besliyorlar…buda yetmezmiş gibi sana yan gelip yatıyor diyor, Yirmi üç yıldan beri ; binlerce Mehmedimin ve kundaktaki bebeğinin katili olan kansızı besliyor,İmralıya neredeyse tatil köyü kuruyor,onada ‘sayın’ diye hitap ediyorlar…Ah Mehmedim gözlerin açık gittin can askerim…

Ya kalkıp dersen ki ; hani düşman dışarıdaydı, hani hain dağdaydı? ‘’Hani sınır boylarında dolaşacak düşmanı içeri sokmayacaktım…Hani dağlarıma yollarıma hakim olacak haini dağda çaresiz bırakacaktım? Peki beni vuran kim? Göksümdeki bu kahpe kurşun kimlerin parasıyla alındı? Beni vuran kalleş, benim canımı feda ettiğim topraklarda rahatça yiyor içiyor.Emri veren kalleş bir adada yan gelip şerefsizce yatıyor,besleniyor.Bu ada çok mu uzak? Türk devletinin gücü ancak bu kadarına mı yetiyor?_

Sana ne cevap veririm Mehmedim!...Sana ne derim…
Bak üstünde ay-yıldızlı bayrağın var…Kaç insana nasip olur böyle şanlı kefen?..Gideceğin yer bellidir gözlerin açık gitme…
Ama ya geride kalıp seni severken sana doyamayıp gidişini seyredenler? Ya da hiç gidişini umursamayanlar bile bir parça vicdan sahibiyseler,ölmelerine gerek yok…Her gece rüyalarında cehennemdeler…
Sana kurşun sıkan hain ve onu besleyen pislikler er yada geç pislik gibi ya ölecek ya ölecekler!!!

‘’Sen şehid oldun Mehmedim!..Onlar geberecekler!!!’’

24 Nisan 2011 Pazar

Koyunlar ve Bozkurtlar...

Pek muhterem Başbakanımız geçenlerde YGS sınavındaki şaibeler üzerine haklarını arayan adayların protesto gösterilerine ithafen "biz de beş bin genci karşılarına çıkarabiliriz" gibi talihsiz bir açıklama yapmıştı.
İnsanların hak arayışına böyle bir cevabı hangi mantıkla söylediğini anlayamadığımız gibi aba altından sopayı da görmedik değil. Kaldı ki haklarını arayan, şeffaflık isteyen insanlara böyle bir durumda verilebilecek en alakasız cevaptı bana göre.
Nasıl bir bilinç altınız var ki bu gençlerin karşısına böyle bir kitleyi çıkarmak gibi düşüncelere girebiliyorsunuz. Sözde kardeşliği, barışı, hatta hatta" kul hakkını" savunduğunu iddia eden sizler böyle bir durumda sonuçları tahmin edebiliyor musunuz acaba?
Daha da trajik olan ise o getirilecek olan beş bin kişinin nerelerden getirileceği ve YGS mağduru arkadaşlara karşı neyi savunacakları olur sanırım. Koyun gibi ne denilse onu yapan, hak hukuk bilmeyen, ellerinde şifreler olmadan hareket bile edemeyecek o arkadaşlar Taksim Meydanı'nı bulabilirler mi  acaba? Yandaşları olmadan?..
Siz bir ülkenin başbakanı olacaksınız, böyle alakasız bir açıklamayı yapacaksınız ve işin komik yanı kimse ses etmeyecek... Sonra da kalkıp Devlet Bahçeli'nin sözlerini eleştirebileceksiniz. Başbakan'ın sözlerine ses çıkarmayan aynı güruh ne hikmetse bülbül oluveriyorlar bir başkası konuşunca...
Yazık; Bu ülkeye, emek vererek, kul hakkı yemeden bir yerlere gelmeye çalışan ana baba kuzularına...
Yazıklar olsun; Bu ülkenin geleceğini adam kayırmayla, oy kaygısıyla, koltuk kaygısıyla ona buna peşkeş çekenlere...

Osman Yüksel Serdengeçti

Osman Yüksel Serdengeçti (1917 – 10 Kasım 1983)

Asıl adı Osman Zeki Yüksel' dir. Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi' nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur.

İlkokulu Akseki'de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya'da okudu. Ankara'da Atatürk Lisesi'ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944'te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş' le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel' e hitaben çok sert bir yazı kaleme aldı. Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi.

Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında "Allah, Vatan, Millet Yolunda" cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı "Açın kapıları Osman geliyor" sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu. Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat 1962)

1952 yılında Bağrı yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında"Hak yolunda bağrı yanık yolcular" sözü yer alan bu yayınında mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü.

Bir ara politikaya atıldı, A.P. listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı (1965-1969). Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden A.P.'den ihraç edildi.

Milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı almıştır, uyarıları dikkate alınmayınca genel kurula girişi yasaklanmıştır. Bu kez beline bağladığı kravatla içeri girmiş, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise, “Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım” demiştir.

Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayımladığı yazı ve kitaplarla devem etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde "Selam" başlığı altında günlük fıkralar yazdı.

10 kasım 1983’te İstanbul’da vefat etti

Eserleri:

Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocugun Şiir Kitabı

Kaynak