14 Nisan 2008 Pazartesi

Alemde Şer Oğuz'da Er Tükenmez

12 Eylül darbesinin ardından girilen göreceli “huzur” ve “istikrar” dönemi, renkli televizyon, bilgisayar, cep telefonu üçgeninde mevcudiyetini muhafaza ve müdafaa etti. Özellikle renkli televizyonun bir güç ve saygınlık simgesi olmaya başlaması ile taksitli saygınlıklar hakim unsur haline geldi. Müteakiben 90’lı yılların ikinci yarısından başlayarak “veresiye” kültürün yerini alan “asri” yaklaşımların, “kartlı” kültürle hayatımızın merkezine doğru çemberi daraltmaya başlaması ise meselenin odak noktasını teşkil etti.

Bu vaziyet içerisinde kendisine yön tayin etmeye çabalayan gençlik ise siyasetteki “dört eğilim” kuramını günlük hayata uyarlayarak tek yönlü bir hal almaya başladı. Siyasi kimliklerin “zaman aşımı”, “yenilenme” veyahut da “sisteme uydurulması” gibi sebeplerle değiştirilmesi ile doğan boşluk başka kimliklerle kapatılmaya başlandı. Popçu gençlik, topçu gençlik, kahve gençliği ve tribün gençliği temelli guruplaşmalar siyasi mücadele ardından doğan boşluğu hızla doldurdu. Yeni neslin önüne gelen bu tercihler manzumesini destekleyen hükümet de bilgisayar ve cep telefonu ile “çağ atlayabileceğimiz” fikrini zihinlere yerleştirmekte zaman kaybetmedi.

Bu “özgürlükçü” ortamda hayatın dertleri ve tasaları olduğunu düşünmeden yetişen gençliğin zihinlerinden sökülen “düşünme” kabiliyeti ise daha sonraları yerine tam manası ile yerleştirilemedi. Öğrenmedeki kritik eşiğin aşılmasından mütevellit olduğunu düşündüğümüz bu halin yansıması da Türkiye’nin özellikle “ilim”, “kültür” ve “sanat” alanında ciddi tahribatlara yol açtı.

Sudaki damla ile aynı etkiyi yapan bu durum yavaş yavaş bütün katmanlara sirayet ederek loto, toto, piyango temelli “zenginlik” hayallerini de tetikledi. Her mahallede bir milyoner, her evde bir renkli televizyon furyasının asıl ceremesi şimdi çekiliyordu. Tüketim kültürünü almaya alışan ve kısa yoldan en fazla parayı “kaldırma” amacı güden yığınlar, üretimden ellerini çekmeye başladı. Bilgisayarla çağları atlayan Türkiye “tarımda kendi kendine yeten ülke” tanımını hızla tasfiye edip, “veririz kaç paraysa alırız” yollu yaklaşımlara dönüyordu. Dolar hızla yükseliyordu.

Gençlik “tüketici” kimliğin etkisi ile araştırma, geliştirme faaliyetlerine ayıracağı zamanları “intihal” ve “intikal” lehine kullanıyordu. Üniversitelerde “atlanan çağda” yükselmesi gereken ilmi seviye yerinde sayarken, makale sayısı yıllar içerisinde “iç güveysinden hallice” değişiklikler gösteriyordu. Hoca vermek, talebe ise asli görevi olan talep etmek noktasında uyuşukluk göstermekte birbirleri ile yarışıyor, idare-i maslahatçı etkiler üniversite ortamlarında dahi geçer akçe oluyordu. Eğitim sistemi “izle, yaz, tekrar et, unut” felsefesi ile ezberciliği merkeze oturtuyor ve binayı bu temel üzerine oturtuyordu.

Gençliğin kolayına gelen bu durum ise görece “iyi” sayılabilecek birkaç yazar, bilim insanı ve edebiyatçı dışında Türkiye’ye bir şey kazandırmıyordu Son 30 yıllık süreç içerisinde ortaya çıkamayan “mütefekkirler” de bize bu ezberci halin en büyük armağanı olarak karşımızda duruyordu. 80’li yılların ardından esen rüzgârda savrulanlar, kırılanlar, saklananlar hariç geriye kalan kitleyi ele aldığımızda elle tutulur gelişmelerin görülmemesi de bu “düşünme, sadece yaşa” fikrinin birincil hale getirilmesine dayanıyordu.

Bugün yeniden ortaya çıkan ikinci dalga “cep telefonlu”, “bilgisayarlı” gençlik de “ilmi” olmasa da fikri bağlamda aynı akıbet ile karşı karşıya bulunmakta. Sosyal iletişimi “sohbet odaları” boyutuna indirgeyen “net çocukları”, giderek artan bir düzeyde günlük yaşamın gereklerinden ve sorumluluklarında çekilmekte. Günlük hayatın “selamını”, sanal âlemin “nbr’sine” devşiren gençlik, arkadaşlarını “arama motorlarından” bularak, sıcaklık temelli kültürümüzün asrileşmesinde gelinen ikinci aşamayı teşkil etmekte.

Yolları aşındıran gençlikten, “tepkilerimizi falanca adrese e-posta ile bildirelim” diyen gençliğe doğru evirilen bu yolda klavyelere hapsolan zihinlerin esareti asıl başlangıç noktasına işaret etmekte. Bu işaret fişeğini izlediğimizde ülkemizin gelecek 20 yılında ortaya çıkacak durum ise, Türkçeyi kısaltmaların tasallutu altında geçirecek, duyguları bilgisayar ekranınca soğuk, renginde yer yer kaymalar olan bir gençlikten farklı olmayacak. Özellikle ülkenin bölünme senaryolarının ayyuka çıktığı bu dönemde gençliğin kendisini kendisine hapsetmesi en son istenecek şey. Öyle ki gençlik sustuğu zaman ortaya çıkacak durum “ununu elemiş, eleğini asmış” babalarımızla, birdirbir, üçtaş, topaç, çelik çomak gibi oyunların hayli yabancısı olan kardeşlerimiz arasında meydana gelecek yer yer sağanak yağışlı ama bolca gök gürültülü muharebelerdir.

Bunları önlemek ise bu iki kuşağın arasında kalan ve bizce “Araf nesli” olan bizlere bakmaktadır. Bizlerin gündeme veyahut da gündem dışına dair koyduğumuz “yerli” ve “etkin” çözümler, hem bu çatışma ortamına çözüm olacak, hem de küresel ilerleme karşısında alınan “tepkisel” durumu fikir temelli, proje destekli “tavra” çevirecektir. Aksi takdirde gelecek tufan. Gemi inşa etmeye ise ne Nuh var, ne de zaman.

Bahadır Bilge

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder