24 Ocak 2008 Perşembe

Türkçülük Ve Türk Birliği

Üzerinde iftiralarla, yalan ve yanlışlarla dolu münakaşalar yaparak, fikir yürütmek, bilhassa 1944 ve daha sonraki yıllarda kötü bir adet haline getirilmiş olan. Türkçülük ve Türk Birliği ülküsü hakkında, bir inceleme yapmanın zamanı çoktan gelmiştir.

Türkçülüğün ve Türk Birliği ülküsünün, bir cürüm olarak kabul edilmesinden ve bu yolda büyük propagandalara girişilmesinden sonra, Türkiye/de Türk olmak ve Türkçülükten bahsetmek bile korkulacak hal olmuştu. Tanrıya şükürler olsun ki, 14 Mayıs 1950′de Türk milletinin vermiş olduğu şanlı bir kararla, meş’um tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün ufku yeniden aydınlanmıştır.

“Türkçülük ne demektir” diye bir soru sorduğumuz zaman, hatırımıza gelmesi gerekli olan şeyler, bugün herkese göre değişmektedir. Çok muhtemeldir ki böyle bir soru karşısında bazı kimseler koyu bir gafletin ve adi bir menfaat taassu-bunun tahrikleri ile yaratılan propagan­daların tesiri altında Faşizmi düşünecek, diğer bazı kimse­ler de bunun ifade ettiği manadan büsbütün habersiz görünecektir. Hele gençlerin çoğunun, buna ait esaslı hiçbir şey bilmediği hakikati, önemle ele alınacak bir olay­dır. Bununla ilgili acı bir misali burada söylemeden geçe­meyeceğim. 1948 yılında Amerika’da iken genç bir arkadaşım bir gün okul kütüphanesinde “ENSiCLOPEDY BRiTANiCA’yi karıştırırken ‘Türk’ kelimesinin karşısındaki izahı da okumuş ve orada “Türkçülük denilen şovenizm ile Türklerin, yurtlarında eskiden beri yaşamakta ola Türk olmayan unsurları gücendirerek kendilerine düş­man ettiğini, bu yüzden bu yabancı unsurlarda da milli duyguların uyanarak geliştiğinin” yazılı bulunduğunu gör­ üş. Bu hususa ait hiçbir bilgisi olmayan bu genç Türk ocuğu, yukarıda bahsi geçen ifadelere inanmaktan da kendini alamamıştı. “Nasıl olur” diyordu. (”İlim yetkisi, dünyaca tanınmış bir ansiklopedinin yazdığı şeyler yan­lış olur mu?”) Bu sebepten benimle bir hayli münakaşalara da girişti. Fakat neticede, Türkçülüğün, Hıristiyan ve Müslüman bütün yabancı unsurların Türklere karşı göster­dikleri sistemli ve nankörce bir düşmanlıktan ve hıyanet­ten dolayı, Türklerin kendi varlıklarını korumak kaygısın­dan doğduğunu anlayarak kanaatini değiştirmiştir.

İşte yukarıdaki sebeplerden ötürü Türkçülüğün ne gibi bir mana ifade ettiğini ve doğuş sebeplerim kısaca izaha çalışmak faydalı olacaktır sanıyorum.

Osmanlı tarihine şöyle üstünkörü bir göz atıldığı takdirde dahi görülür ki, hiçbir zaman devletin siyasetinde ve Türk sosyal hayatında şovenizme varan bir milliyetçilik hâkim olmamıştır. Değil yalnız küçük memuriyetlere, Sadrazamlık gibi en yüksek makamlara bile her soydan insanlar getirilmiştir. Tanzimat’a kadar yurt içerisinde, diğer dinlere ve milletlere karşı, o devirlerde hiçbir mem­lekette bulunmayan ve aşın sayılabilecek olan bir müsamaha ile malul koyu bir İslamcılık hâkim olmuştur. Müslümanlığı benimsemekte o kadar ileri gidilmiştir ki, bu yüzden, Suriye ve Irak’ta, hatta Filistin ve Mısır’da sayısı milyonları aşan Türk halkı Araplaşarak, yavaş yavaş eriyip kayboldu. Türkçe her tarafta ihmal edilerek Arapça ve Farsça kelimeler kullanmak, mukaddes bir moda ve zevk haline geldi. Tanzimat’tan sonra ise, İslamcılığın yanında ortaya resmen bir Osmanlıcılık fikri çıktı. Bu fikir, çeşitli din ve milliyet taşıyan unsurların halitasından ortaya bir Osmanlı milleti çıkarmak hayali idi.

İşte bu hakikatler karşısında, Türk milletinin şovenliğin­den bahsetmek, ilmin gerektirdiği tarafsızlığa sırt çevi­rerek, adi bir garazkârlığın esiri olmaktan başka bir şey sayılmaz.

Türkler ancak, gösterdikleri sonsuz müsamahalardan ve lütuflardan sonra gördükleri sistemli düşmanlık ve hıyanetlere karşı bir reaksiyon göstermek zorunda kalmışlardır. Türkçülük ve Türk milliyetçiliği; Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arnavut, Arap ve diğer unsurların milliyetçilik ve ayrılık duygularının tesiri altında, bir nefis koruması gayesi ile meydana gelmiş ve hiç bir zaman hak­sız ve tecavüzkâr olmamıştır.

Türkçülük, Türk milletinin, ilim, sanat, ziraat, iktisat, kültür ve diğer her alanda, milli gelenek ve milli bünyeye uygun bir şekilde kalkındırılması içte ve dışta her çeşit saldırganlıklara karşı korunarak hür ve müstakil, olarak yaşatılmasını hedef tutan bir ülküdür. Böyle bir ülkü, her milletin kendisi için mukaddes bir hak olduğu gibi Türk milleti için ve onu teşkil eden her fert için de en mukaddes ve en tabii bir haktır.

Türkçülüğü, her ne sebeple olursa olsun, şu veya bu şe­kilde iftira ve ithamlar altında bırakmaya kalkışmak ise, bunu yapanların en hafif bir tabirle iyi niyetinden ve Türk milletine olan sevgisinden şüphe etmeyi gerektirir. Türkçülük hakkındaki düşüncelerimizi burada özet olarak belirttikten sonra, şimdi birkaç satırla “Türk birliği” ülküsünden de bahsetmek gerekir.

Türk birliği ülküsü, yeryüzündeki bütün Türklerin bir millet ve bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanması ülküsüdür. Bunun tahakkuku, bazı kimselere ilk bakışta imkânsız gibi görünebilir. Birçok kimseler bunu zararlı bir hayal (ütopi) olarak da vasıflandırabilir. Fakat unutmamak lazımdır ki, her hakikat önce bir hayal ile başlar. Yine hatır­lamak gerekir ki, 1919 yılında hür ve müstakil bir Türkiye kurmak için Anadolu’da dünyanın galiplerine karşı savaşa girişmek de çılgınlık ve hayal diye vasıflandırılmıştı. Fakat inanmış ve kendilerini bir ülküye vermiş olanlar, yurdu kur­tarmaya ve müstakil bir Türkiye meydana getirmeye muvaffak oldular.

Türk birliği de sistemli çalışmak, fırsat kollamak ve her şeyden önce Türkiye’yi korumak ve yükseltmeğe çalışmak suretiyle bir gün elbet hakikat olacaktır. Zaman zaman, hasis ve sinsi emellerin esiri bulunan bazı kimseler, bunu Türkiye’yi hemen Rusya’ya ve Türklerin yaşamakta olduk­ları diğer memleketlere taarruza ve harbe sürükleyecek bir macera fikri olarak göstermeğe yeltendiler. Türk birliği fikrini güdenleri, Türkiye’yi kudreti dışında işlere sokarak felakete yuvarlamak ve � Memleketi yıkmak için birebir çareyi� bulmuş olmakla itham ederek haklarında her çeşit iftira, hakaret ve işkenceyi reva gördüler.

Hâlbuki Türk birliği ülküsünü taşıyan, iman sahibi insan­lar, Türk milletinin sahip olduğu kudret ve imkânları, gayet iyi hesaplayabilen kimselerdi. Sahip oldukları milli şuur, fikir ve ilim kabiliyetleri, Türk milletini her türlü maceralar­dan korumak gerektiğini bilmelerine imkân sağlayacak durumda idi.

Bunların hiç birisi memleketin harbe sürüklenmesini ve bugünkü sınırlar dışında mevsimsiz olarak gayretler sarf edilmesini istemek şöyle dursun, hatırından bile geçirmi­yordu. ­

Türk birliği fikrini güdenlerin ülküsü:

1 - Önce her türlü insanlık haklarından mahrum edilmiş bulunan ve işkence ile imhasına çalışılan esir Türklerin neşriyat ve propaganda yolu ile haklarını korumak

2 - Diploması yolları ile bunlara her çeşit yardımı sağla­maya çalışmak,

3 - Arada, imkân nispetinde kültür birliği kurmağa çalışmak ve bunu kuvvetlendirmek.

4 - Esir bulunan Türk yurtlarının ayrı ayrı istiklal kazanarak, hür milletler topluluğu içinde layık oldukları yerleri almalarını sağlamaya çalışmak.

5 - Esir bulundukları ülkelerden, mülteci ve muhacir olarak gelenleri sıcak bir ilgi ile karşılayıp her çeşit yardımlarda da bulunmak gibi günün realitesi ile telifi kabil olan y hedeflere ulaşmağa çalışmaktan ibaretti. Bundan bazı uzak bir hedef olarak da, bağımsızlıklarını alacak Türk ülkelerinin, ilerde aralarında sağlam bir kültür birliği kurduktan sonra beraberce verecekleri bir ürk kararla, büyük Türk birliği meydana getirmeleri dileği gelmekte idi.

Şimdi bu düşüncelerde, Türk milleti için acaba ne gibi zarar bulunabilir? Kanaatimizce hiç bir zarar bulunan! Aksine olarak çok büyük faydalar vardır. Böyle bir halka ve bilhassa gençliğin heyecan ve hız kaynağı olup Türkiye’nin kalkındırılması için daha çok çalışmayı sağlar. Sonra, Ruslar “Panslavizm” İslav Birliği, Almanlar Pencermenizim” (Cermen Birliği) Araplar; Arap Birliği Yahudiler; Yahudi Birliği, Yunanlılar; Enosis,” diye Kıbrıs’ı isteyerek Yunan Birliği peşinde koşarlarken, Bulgarlarla, Bulgar Birliği diye Makedonya ve Trakya üzerinde iddialarda bulunurken Türklerin 60 milyonluk kendi kardeşleri arasında bir birlik kurmak istemeleri neden, günah sayılıyor? Her millet için, milli birlik kurmak mukaddes bir hak kabul edildiği halde, bu hak neden Türkler’i tanınmasın? Hele bu mukaddes hak ve dilek ne Türkiye’de, suç ve cürüm olarak karşılanıyor?.. Ve neden bu fikrin sahipleri 1944 yılında en ağır hakaretler işkencelere uğratıldı? İnsaniyetçilik ve insan haklarından hürmette kendilerini ön safta göstermeğe yeltenmiş o meşhur… Türkçülük düşmanları için her çeşit insanlarından mahrum yaşayan milyonlarca Türk’e insanı yaşamak hakkı sağlamayı dilemek, neden cürüm sayılıyor?

Türklerin yaşadığı ve Türk bayrağının şerefle dalgalandığı bu topraklarda kalpleri Türklük için çarpan kimseleri, birtakım bedhah, türlü iftira ve hakaretler tertiplenerek , Moskova’ya jurnal eder mahiyette ve kendilerine buna muhalif göstererek Moskof’ların hayrını dileyeni kimseler olarak belirten ithamlarla nasıl oluyor da fesat tertip edilebiliyorlar?

Fakat bunların hepsi boşuna gayret oldu efendiler! Boşuna gayret. Moskoflara yaranmak mümkün değildir. Ne Türkçüleri ezmeğe kalkmakla, ne yüzlerce Türk mültecisini insanlık duygularına ve devletler hukuk kaide’ aykırı olarak, öldüreceklerini bile bile Moskoflara geçmekle yaranmak mümkün olmadı.

Biz Türk birliği ülküsünü, yine şanlı bir bayrak gibilere yükselterek taşıyoruz. Bu ülkü her zamandan ziyade bugün, Türk milleti tarafından daha önemle anlaşı1maktadır. Moskoflarla arpışmamız kaçınılmaz bir kadı Onların doymak bilmez hırsları, kendi başlarını yiyecektir. Girişeceğimiz savaşta onları mutlaka yeneceğiz. Çünkü hakkı ve insanlığı müdafaa edeceğiz. Çünkü biz Türklüğün ezeli ve ebedi hakları için dövüşeceğiz. Çünkü biz � “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” parolası ile çarpışacağız…

Alparslan Türkeş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder